Bornocu Ersan 11 Kasım 2015 Çarşamba



Görev dönemimin en çarpıcı olaylarından bir tanesi 19 Ekim 2010 akşamı, Türkiye'nin çok seyredilen programlarından biri olan Teke Tek'te Fatih Altaylı'yla yaptığım dört saati aşkın canlı röportajdı. Benden önce de basın önüne çıkan Büyük Üstatlar vardı elbette ancak televizyonda bu kadar uzun bir canlı yayına çıkmak; üstelik bunu yakın zaman önce Masonluk hakkında çok nezaketsiz bir programın yayınlandığı bir kanalda ve "zor" olarak bilinen bir gazeteciyle gerçekleştirmek tarihimizde bir ilkti. Zaten onun için de program sadece Masonluğumuza değil Türkiye kamuoyuna düşen bir bomba etkisi yarattı. Seyredilme rekorları kırdı. Türkiye'nin her kesiminde günlerce konuşuldu. Habertürk, programı iki defa daha yayınladı. Programın kayıtları, internette çok yüksek erişim kazandı. Ben de böylece Türkiye'nin, küçük de olsa, şöhret sahibi isimlerinden biri oldum!

Programın etkilerini ayrıca değerlendireceğim. Ancak evvela, beni bu programa çıkmaya yönelten saiklerden bahsetmek isterim. Yaygın kanaatin ve aslında normal olanın aksine, kamuoyuna mesaj vermek, bu programı gerçekleştirmeme yol açan sebepler arasında ikincil bir yer alıyordu. Beni tanıyan Kardeşlerim bilirler, "Masonluğun tanıtımı" konusunda geleneksel, hattâ ziyadesiyle muhafazakar bakış açılarına sahibimdir. Bunun, "Masonluğu beğendirmeye ya da savunmaya çalışmak" gibi algılanmasından duyduğum endişe, seleflerimin bu yöndeki teşebbüslerine hep soğuk bakmama yol açmıştır. Tarih ve talih, bu soğuk hattâ bazılarına eleştirel baktığım teşebbüslerden çok daha keskinini bana yaptırdı.

Televizyon programına, bu kısım boyunca anlattığım stratejinin bir parçası olarak çıktım. Yani, aynı Türkiye Büyük Locası Geleceğini Yapılandırıyor Projesi'nde olduğu gibi, benim için program da, kendi olmaktan ziyade, içinde bulunduğumuz dönüşüm mücadelesinde kullandığım ve Mayıs 2011'den sonra yapmamızı planladığım köklü değişikliklere zemin teşkil edecek bir avadanlıktı. Programa çıkmayı üç sebepten kabul ettim:

1. Programın başarılı olması halinde, camiamız içinde yıllardır var olan kamuoyuna mesaj vermek yönünde çok güçlü ve derin bir talebi karşılayacağını görüyordum. O dönemdeki temel çabam Kardeşlerimin morallerini ve motivasyonlarını yükseltmek olduğundan, böyle bir programda Masonluğumuzu başarıyla temsil etmem, buna çok büyük katkıda bulunurdu.

2. Programda başarılı olmam, bazı Kardeşlerimin, sırf değişime engel olmak için, yaşımı ve genel tarzımı bahane ederek liderlik vasıflarım üzerinde tereddüt uyandırma stratejilerini etkisiz kılardı.

3. Yaşadığımız idari kriz ve bunun basına yansımalarından sonra Türk kamuoyuna bir açıklama borcumuz vardı. Bunu hiçbir şey olmamış gibi sessizlikle geçiştirmek kabul edilemezdi. Program, Masonluğa dair sorulabilecek genel soruların yanı sıra, bu özel olayı da kamuoyu önünde göğüslemeye vesile olabilirdi. Üstelik, bunun başarıyla göğüslenmesi, bu olayın camiamız içerisinde yarattığı gerginlikleri de yumuşatabilirdi.

İyi bir program yapabileceğime dair kendime güveniyordum. Riskin büyüklüğünün elbette ki farkındaydım. Ağzımdan çıkabilecek maksadını aşan bir ifade, sadece beni değil bütün camiamızı mahcup edebilirdi. Ancak, bazen kontrol edemediğim egom o noktada bana, bunca yıllık Masonluk birikimimle, böyle bir programda sorulup da biçimsiz cevap vereceğim hiçbir şey olmayacağını düşündürttü. Ben akademisyen değil miydim? Ne biliyorsam onu anlatacaktım. Bilmediğime de "bilmiyorum" diyecektim. Bu yaklaşım bana gayet doğal geldi ve programa çıkmayı kabul ettim.

Programın kesinleşmesi ve tarihinin tespitiyle birlikte, işin zorluğunu hissetmeye başladım. Program tarihi yaklaştıkça, heyecanım ve gerginliğim gitgide artıyordu. Üstelik, programa çıkacağımın duyulmasıyla birlikte, camiada da belirli bir endişenin olduğunu görmek moralimi iyice bozuyordu. 19 Ekim 2010 akşamı, Habertürk'ün Taksim'deki binasından içeri, gerekirse ertesi gün Büyük Loca'ya istifamı sunmaya hazır ve tarihimize "beceriksizce yaptığı televizyon programından dolayı görevden ayrılmak zorunda kalan Büyük Üstat" olarak geçmeye razı bir şekilde girdim.

Neyse ki buna hiç gerek kalmadı. Programın başından sonuna çok rahat ve konulara hakimdim. Doğrusu, canlı yayındaki beş saatin nasıl geçtiğini anlamadım bile. Aralarda temas ettiğim Kardeşlerimden ve yakınlarımdan aldığım çok olumlu sinyallerin moralimi yükseltmesiyle, iyice rahatlamış ve açılmıştım. Stüdyodan ayrıldığımda, çok mutlu ve huzurluydum. Eve sabah dört sularında geldim. Yaşadığım duygusal travma uyumama müsaade etmediğinden, bilgisayar başına oturdum ve programın erken yansımalarını takip etmeye çalıştım. Facebook'a girdiğimde yüze yakın Kardeşimin profil resminin gönye - pergel olduğunu gördüm. O anda, içimden "oldu bu iş" dedim.

Meğer sandığımdan çok fazlası olmuş! Programın camia içindeki etkileri umduğumun çok üzerindeydi. Günler boyunca, her gittiğim Locada coşkuyla karşılandım. Çalışanlarımızdan, Kardeşlerimizin ailelerine uzanan bir yelpazede, aldığım içten teşekkür mesajlarının ardı arkası kesilmedi. Ayrıca kimseden de eleştiri almadım. Sanırım camia içerisinde programın başarısı ve faydasına dair ittifaka yakın bir mutabakat oldu. Program vasıtasıyla camianın moralini yükseltme ve liderliğimi perçinleme hedeflerim, beklediğimin çok üzerinde gerçekleşmişti. Ne var ki hayal dahi edemeyeceğim derecede ve güzellikte ortaya çıkan bir başka sonuç, programın kamuoyuyla ilişkilerimize yaptığı etkiydi. Türkiye'nin her köşesinden ve her kesiminden çok miktarda ve çok olumlu yansımalar aldım. Sosyal medyayı etkin kullandığımdan insanlar bana kolay da ulaşıyorlardı. Gelen destek ve takdir mesajlarından şaşkına dönmüştüm. Türk kamuoyunun geniş bü kesimi için rahatsızlık veren bir muamma olan Masonluk, gizemi bozulmadan, erişilir hale gelmişti. Programın yayınlandığı günden bu satırları yazdığım ana kadar geçen her gün, sokaktaki vatandaşımızın yaklaşımından kamu otoriteleriyle olan ilişkilerimize; üyeliğe başvuru sayısındaki artıştan, Localarımızın olmadığı şehirlerden gelen Mason olma taleplerine uzanan bir yelpazede, programın olumlu etkilerini gördüm.

Programa çıkmakla ciddi bir risk almıştım; bunun çok ciddi bir geri dönüşü oldu. Sanırım, görev sürem boyunca yaptığım her şey unutulsa bile bu hatırlanacak.

Sayesinde, Türkiye tarihine kalacak bir program yaptığımız Fatih Altaylı'ya şükran borçluyum. Çok sorulduğu için söylüyorum. Kendisi Galatasaray'dan ağabeyim olmakla birlikte, şahsen tanışmamız program vesilesiyledir.

Şunu da söylemeden geçemeyeceğim ki bu yaşadığım tecrübeden çıkarttığım önemli bir ders oldu. Kamuoyuna verilecek yerinde ve doğru mesajların hedefine ulaşması pekala mümkünmüş. Dolayısıyla, Büyük Loca'da yönetim sorumluluğu taşıyan Kardeşlerin de kamuoyuyla ilişkileri muhafazakar saiklerle ihmal etme lüksleri yokmuş.

İleride ayrı bir bölümde ele aldığım bu konunun önemini Büyük Üstat olduktan sonra anladım. Ne derler, taç giyen baş... !

Bu yazı ; Bornocu Ersan Tarafından yazılmış olup, , kategorisine eklenmiştir. Bu ve buna benzer yazıları RSS 2.0 . ile takip edebilir, ve eğer istersende bu yazıya 1 yorumda sen yapabilirsin!

0 yorum for " Teke Tek Programına Çıkışım "

Cevap Bırakın

Reklam