Süleyman tarafından inşa ettirilen birinci Mabede ilişkin efsaneler zincirinin son halkasını teşkil eden 14. dereceye bütün Ritlerde büyük önem verilmiştir.
Bazen «6. Jak Kutsal Kubbesinin Büyük Skoçyalısı», bazen «Tekemmülün Büyük Skoçyalısı» bazen de «Büyük Seçilmiş Eski Mükemmel Üstad ve Âli Mason» adı verilen bu dereceyi, bizim İç Tüzüğümüz «Tam ve Âli Mason» diye adlandırmaktadır.
Derecenin efsanesi şöyledir: Hatırlanacağı veçhile 13. derecede Enoch tarafından arzın derinliklerinde inşa edilen dokuz kemerin sonuncusunda Telâffuzu imkânsız Kelimenin üzerinde yazılı olduğu Delta bulunmuş, fakat bu Kelimenin okunuş tarzını gösteren ve mermer sütun üzerine hakkedilmiş bulunan yazılar Tufan sırasında mahzeni basan sular tarafından silindiği için, Kelime yine de okunamamıştı. Ancak Kelimenin okunuş biçimi Allah tarafından Musa'ya da açıklanmış ve Musa bunu altın bir Plâka üzerine hakkederek, kutsal bir Mahfaza içine koymuştu.
Mabed tamamlandıktan sonra, Süleyman bu Mahfazayı Mabedin Kutsal Kubbesinin altına koyar, bekçiliğine de Levi Kabilesini tayin eder ve üç gün süren bir bayram tertipler. Birinci gün Seçilmiş Üstadları Kutsal Kubbenin altında kabul eden Süleyman en gayretlilerine Tekemmül derecesini verir, hepsinin parmağına birer altın yüzük takar, kurbanlar kestirir, kıymetli hediyeler verir ve büyük bir ziyafetle hepsini ağırladıktan sonra, Kudüste kalmak veya diledikleri yere gitmek hususunda kendilerini serbest bırakır.
İkinci gün Süleyman Mabedin içinde Seçilmişleri, Bina Eminlerini, Nazır ve Hâkimleri, Sır Kâtiplerini, Ketum Üstadları ve Üstad Masonları kabul eder, onlara Büyük Mimar Üstad derecesini verir, birçok hediyeler verdikten sonra da Kudüs'te kalmak veya istedikleri yere gitmek hususunda kendilerini serbest bırakır.
Üçüncü gün Kalfaları Mabedin içindeki Hiram Abi'nin mezarının yanında, Çırakları ise Mabedin dışında kabul eden Süleyman, Kalfaları Üstadlığa, Çırakları da Kalfalığa yükseltip, bunları da Mabede aldıktan ve hepsine değerli hediyeler verdikten sonra, onları da Kudüs'te kalıp kalmamakta serbest bırakır.
Ancak Mabedi bu şekilde bitiren ve ibadete açmış olan Kral Süleyman, yaşının da ilerlemiş olması sebebiyle, fazla gururlanır, kendisini zevk ve safaya kaptırır, Allahın emirlerine kulaklarını tıkar, hatta Molok putuna kurbanlar kestirir, âyinler yaptırır. Bu durum İsrailoğullarının da aynı yolu takip etmelerine yol açar. Kudüs'te kalmış olan ve eski âdetlerden ve Allahın yolundan ayrılmayı içlerine sindiremeyen Masonlar, Kudüs'ü terkederek bir kısmı Atina'ya, bir kısmı Roma'ya, bir kısmı da o tarihlerde Skotlar veya Skoçyalılar tarafından meskûn bulunan Kaledonya'ya (bugünkü Skoçya'ya) hicret ederler.
Ancak Süleyman'la ondan sonra gelen Kralların ve halkın davranışları değişmediğinden Allahın cezası gecikmez. Bâbil Kralı Buhdunnasır Kudüs'ü kuşatır ve bütün ülkeyi istilâ eder. Kudüs zaptedilir, surları yıkılır, Mabed yağma ve tahrip edilir, İsrailoğulları esir edilerek Bâbile yollanır. Bâbilliler Mabeddeki Kutsal Kelimeyi hâvi Mahfazanın saklandığı Mukaddes Kubbenin bekçisini öldürürler. Bir anlatışa göre Mahfazayı alıp giderlerse de, karşılarına bir arslanın çıkması üzerine bunu bırakıp kaçarlar ve yetişen Büyük Seçilmiş Tam ve Âli Masonlar Mahfazanın anahtarını arslanın ağzında bulup alırlar. Bir diğer anlatışa göre bekçiyi öldüren askerler, Mabedin üzerlerine yıkılması üzerine Mahfazayı alamadan kaçmak zorunda kalırlar.
Mahfazayı bulan Masonlar Ma-hac-ma-ha: ra-bay yani (Allah'a hamdolsun onu bulduk) diye bağırırlar ve bir daha böyle bir tehlikeyle karşılaşmamak için altın delta üzerindeki yazıları kazıyarak Mukaddes Kelimeyi okunmayacak hale getirirler. Mukaddes Kanunları 27 ayak derinliğindeki bir çukura saklarlar, öldürülen bekçi Levi'nin oğlu Caath'ın cesedi üzerine mermer bir taş koyarak ve Kutsal Kelimeyi bundan böyle kulaktan kulağa heceleyerek söylemeğe ve böylece gelecek nesillere aktarmağa yemin ederek dağılırlar. Ondan sonra her yıl Mabedin yıkıntıları arasında toplanırlar ve bir ittihad zinciri teşkil ederek kelimeyi kulaktan kulağa fısıldamak suretiyle bunu yeni Masonlara iletirler ve kelimeyi heceleyerek senede bir defa açıklamak imtiyazı, bu olaydan sonra, Büyük Seçilmiş Tam ve Âli Masonlara tanınır.
Mabed «Gizli Tekemmül Kubbesi» veya kısaca «Gizli Kubbe» diye anılır. Duvarlar ateş renginde kırmızı olup, yer yer beyaz sütunlarla bezenmiştir. Işıklar 24, yani 2 kere 12 olup, 9'u Başkanın önünde ve doğuda, 7'si I. Nazırın, 5'i II. Nazırın 3'ü de Kâtibin önündedir.
Başkanın oturduğu mahallin önündeki bir kürsüde günlük yakılır. Ayrıca kuzeyde ve doğuya doğru bir Dilek Masası bulunur. Bu masaya ikişerden 6 sıra, yani 12 ekmekle içinde kokulu zeytinyağı veya süt, şarap ve undan meydana gelen bir karışım bulunan altın veya gümüş bir kap konulur. Yine kuzeyde ve batıya doğru kurulan kurban kürsününün üzerinde bir balta ile bir büyük bıçak bulunur.
Batıya «Bakır Denizi» adı verilen içi su dolu bakır bir tas konur. Bundan başka Doğuda üçgen şeklinde bir kaideye oturtulmuş kübik taş vardır ve bu taşın her yüzünde tetragrammanın birer harfi yazılıdır. Bazen bunun yerine, aynı harflerin üzerinde yazılı bulunduğu şeffaf bir Delta bulunur.
Atölyenin başkanı Süleyman'ı temsil eder ve Üç Defa Muktedir diye anılır. Sağında Sur Kralı Hiram'ı temsil eden bir görevli oturur. Birinci Nazır Adonhiram, İkinci Nazır Moabon diye anılır. Önlük beyaz olup astarı erguvani, kenarları mavidir. Üst taraftaki üçgenin (bavetin) ortasında bir taş resmi, onun ortasında da bir halka bulunur. Önlüğün ortasında, üzerinde bir taç bulunan, bir pergel vardır. Eşarp boyundan geçirilir ve erguvan rengindedir, bir tarafında bir yıldız, bir tarafında da bir akasya dalı bulunur. Eşarbın ucunda derecenin bijusu (üst tarafı taçlı pergel) sallanır.
Yaş bazı ritüellerde 7x7, yani 49; bazı ritüellerde ise 9x9= 81'dir.
Alkış ve darbe 3, 5, 7 ve 9 yani toplam 24'tür.
3, her zaman ve her yerde asal sayı addedilmiştir. 1 göğü, 2 arzı, 3 de gökle arzın birleşmesinden meydana gelen canlıyı, özellikle insanı, yani Allah'ın (gök) topraktan (arz) yarattığı «insan»ı temsil eder. Bunun içindir ki, üç sayısı ve üçgen şekli en mükemmel sayı ve şekil sayıldığı gibi, Budizm'den Taoizme, Mısır dininden Hıristiyanlığa kadar üç (trinite) hâkim kavramdır. İslâmda da üç harf (Elif, Lâm, Mim) esrarını korumaktadır ve koruyacaktır.
5, ilk çift sayı (2) ile ilk tek sayı (3)'ün toplamıdır. Bundan başka ahengin, dengenin, merkezin de sembolüdür. Aynı zamanda kol ve bacakları açılmış insanı da temsil eder. Beş duyu ve maddenin gözle görülebilen beş şeklini, İslâmdaki 5 vakti ifade eder.
7, haftanın günlerinde, gezegenlerde, notalarda, gülün yapraklarında görülür. Eski devirlerde Apollo törenleri ayın 7. günü yapılırdı. Thebe şehrinin kapıları, Niobe'nin öldürülen erkek ve kız çocukları 7'şer tane idi. Kabe'de 7 defa tavaf olunur. 7 rakamı 4 ile 3'ün toplamıdır: 4, dört kardinal noktayı, yanı kareyi, 3 ise üçgeni ifade eder ve bu iki şeklin birleşmesi en mükemmel geometrik şekli verir ve felsefî taşın sembolünü teşkil eder.
9, 3'ün karesi, bütün âlemleri kapsayan bir semboldür. Tamam olmayı ifade eder. Gerek mitolojide gerek şamanizmde ve gerek Türk-Moğol halklarında 9 çok büyük rol oynar.
Masonlukta insanın ölümsüzlüğünü temsil eder. Yazılış şekline bakarsak yukarıdan aşağıya doğru gelen bir tohumlamayı andırdığını görürüz. Nitekim tohumun insan olabilmesi için 9 ayın geçmesi gerekir.
İşte 3, 5, 7 ve 9 böylesine misterli sayılardır ve 14. derecedeki Kardeş bu misteri bilmek ve çözmek zorundadır.
İşaret üçtür: Yemin işareti: sağ el sol kalçaya götürülür ve yatay vaziyette sağa doğru hızla çekilir. Ateş işareti; sağ el, ayası açık olarak, sol yanağa getirilir. Hayret ve susma işareti; eller hayranlık alâmeti olarak avuçlar açık vaziyette göğe doğru kaldırılır, sonra sağ elin iki parmağı dudaklara getirilir.
Dokunuş şöyledir: iki Kardeş sağ ellerini sıkıp üç defa çevirirler. Her seferinde biri Berith, diğeri Neder der, yine birincisi Schel'moth diye cevap verir.
Berith'in manası birlik, sadakattir; Neder taahhüt, vaad anlamına gelir; Schel'moth ise saf, lekesiz, noksansız demektir.
Bazı ritüellerde Mukaddes Kelime Jabulum, Mürur kelimesi de Schiboleth'tir. Diğer bazılarında ise Mukaddes Kelime «Odur, ölmüştür» anlamına gelen Makobim, Mürur kelimesi ise «Allah'ın lütfü, inayeti» demek olan El-Hanan'dır.
İykaaf merasimi şu şekilde cereyan eder: Bazı ritüellerde aday bütün madenlerden tecrit edilir, gözleri bağlanır, ayağına terlik giydirilir ve 9 Kemerin altından geçirilerek Mabedin kapısına getirilir ve kapıya 1.'den 13. derece usulüne göre sırası ile vurulur. Bazı ritüellerde ise bu işlemler yapılmaz ve doğrudan doğruya 13. derece usulü ile (oo ooo) kapıya vurulur.
Mabede alınan adayın önceki bütün dereceler hakkında bilgi sahibi olup olmadığı araştırılır. Bazı ritüellerde Kurban Kürsüsünün önüne götürülüp diz çöktürülür ve göğsüne bir bıçağın ucu, boynuna da balta değdirilir. Bundan sonra Bakır Denizinin bulunduğu kürsünün önüne götürülüp elleri bileklerine kadar suya batırılır, daha sonra elleri buhurdanlığın üzerinde tutularak kurutulur.
Bunu müteakip aday Yemin kürsüsüne getirilip yemini icra ettirilir ve I. Nazır elindeki mala ile karışımı, bazı ritüellerde adayın sol gözüne, dudaklarına ve kalbine, bazı ritüellerde ise alnına, ağzına ve kalbine sürer.
Bunun üzerine aday Mabedin dışına çıkarılır ve 3, 5, 7, 9 darbelerini vurarak, Deltayı hamilen tekrar içeri alınır. Merasimin bu ikinci safhasında Deltada yazılı olan harflerin okunamayacağı, yani Allanın mevcut olduğu fakat Allah sırrına nüfuz etmenin mümkün olmadığı kendisine bildirilir ve içinde «Virtus iunxit, mors non separabit» (fazilet birleştirdi, ölüm ayıramaz) yazılı olan bir halka adayın parmağına geçirildikten sonra tören sona erer.
Derece, tekemmül derecelerinin sonuncusu ve en esrarlısı sayılır ve DEİST bir mana taşır. Bu dereceye gelen Mason, insanlar arasında husumet yaratan değil, aksine bütün insanların üzerinde birleşebilecekleri ve ittifak edebilecekleri bir Allah kavramı ile karşı karşıya getirilir. Bu kavramın manasını her Mason kendi vicdanında bulacak ve bu sayede gerçek bilgiyi elde edecektir.
Görülüyor ki, 13. derecenin ana teması, bu derecede de tekrarlanmaktadır. Bilginin iki kaynağı vardır; bunlardan biri beşerîdir ve insan zekâsı ve çalışkanlığı ile elde edilir; ikincisi ise ilahîdir, bir revelation, bir vahiydir. Bir insan bu kaynaklardan sadece biri ile yetinirse, tam bilgili olamaz, tekemmül etmiş sayılamaz. Bu itibarla Tam ve Âli Mason, akıl ve zekâsı ve çalışkanlığı ile beşerî bilgilere, vicdanının sesini dinleyerek de ilahî bilgilere erişebilmiş olan kimsedir. Bu iki kaynak birleşmedikçe tekemmüle erişilmiş hatta bilgili olunmuş olmaz. Bilginin sağlam temeller üzerinde yükselebilmesi için ilahî kaynaktan gelen vahiye, yani imana ihtiyaç vardır. Onun içindir ki iykaaf merasimi sırasında Üç Defa Muktedir adaya «haydi insanlık inancının (yani imanın) en değerli sembolünü (yani Telâffuzu imkânsız Kelimenin üzerine kazılı olduğu Deltayı) oraya (yani bilgiyi remzeden Başkanlık Kürsüsüne) koyarak temellerini destekleyiniz» der.
Bu sözler, derecenin bizlere neler öğrettiğini de ifade etmektedir. Bu derecedeki Masonlar, sınır tanımayan büyük bir ailenin fertleri olmuşlar, parmaklarına geçirilen halka, çok geniş bir ittihat zinciri gibi hepsini fazilet yolunda birleştirmiştir. Aynı Allah kavramı etrafında ve aynı bilgi yolunda doğudan batıya, kuzeyden güneye birleşen bu Mason ailesi sayesinde, bütün insanların (aralarındaki menfaat çekişmelerini bir yana bırakarak) aynı bilgi, ahlâk ve faziletten meydana gelen bir birlik haline gelmeleri mümkündür. 14. derece masonlarını birleştiren Tekemmül, onların vicdanlarının içinde Allah kavramını bulmuş olmaları sayesinde vücut bulmuştur. Bu adetâ, vicdanları aydınlatan bir Nur, bir Işıktır. Bu ışığı kendi vicdanlarında bulan Seçilmişler, bütün insanların da aynı ışıkla aydınlanmasına, herkesin Allah kavramını kendi içinde bulmasına yardımcı olmalıdır. O zaman din kavgalarının biteceğini, insanların birbirlerini «din kardeşi» sayabileceklerini görebiliriz. Kimsenin Telâffuz edemediği Kelimeyi çeşitli alanlarda buluruz. Bu Kelime toplum hayatında hürriyettir. PİKE Kardeşin dediği gibi «Gerçekte kim olursa olsun, Hiram hürriyetin sembolü ve en ileri safhasında insanlığın, belki de hayalî, prototipidir; o, kaderinin gerçekleşmesine doğru olan gelişmesinde insanın ne olabileceğinin ve ne olmak gerekeceğinin timsalidir, yani büyük bir akla, asil bir ruha, kudretli bir gerçekleştirme kabiliyetine ve her bakımdan yüksek ahlakî bir mükemmeliyete malik bir insan»...
Aynı kelime, fert hayatında, «görev»dir ve görev doğumdan ölüme kadar bizimle beraberdir.
Kelime ahlâk sahasında fazilettir ve bu faziletin birleştirdiği insanları ölümün dahi ayıramayacağı, yani fâzıl insan ölse dahi, faziletinin yaşamakta ve yol göstermekte devam ettiği açıklanmaktadır. Kelime din ve iman alanında Allah'tır. Nasıl okunacağı önemli değildir. Ne olduğunu bilmeye de hiç gerek yoktur, sadece onun varlığına inanmamız, onu vicdanımızda bulacağımızı, onsuz bilgili olamayacağımızı bilmemiz ve bütün hareketlerimizde içimizde yanan bir meşale gibi bize nurlu yolu gösterdiğine itikad etmemiz kafidir.
İşte bu bilgidir ki bizi birleştirir ve tek bir aile haline getirir. Hürriyetleri hakim kılmak görevini yapmak, faziletli olmak ve Allah'ın varlığına inanmayı saglamak hedefini güden ve bu taahhütlerinin sembolü olarak da parmağında aynı halkayı taşıyan büyük bir aile...