Localara ne sıklıkta devam edeceğim bir merak konusuydu. Seleflerimin bu konuda birbirinden farklı yaklaşımları olmuştu. Localara devam etmeden, ofisimde idari işlere boğularak yaşayamayacağımı zaten beni bilen bilir. Ancak bu kişisel sebebin dışında da Localara gitmem lazımdı. Zira, kırmaya çalıştığım kültürün temel direklerinden bir tanesi olan "Büyük Üstatlığın erişilmezliği" anlayışını yok etmem ve Büyük Üstatlık makamını gökten yere indirmem gerekiyordu. Ayrıca, Kardeşlerin yıkılmış morallerini yükseltebilmem de ancak onların arasında bulunmamla mümkün olabilirdi. Nihayet, hedeflediğim kültürel dönüşümün düşünsel altyapısını hazırlamam gerekiyordu. Masonlukla alakası olmayan usul ve alışkanlıkların yer ettiği; yıllardır temel meseleleri hakkında konuşmayan/konuşturulmayan Türk Masonluğunu düşünsel olarak sarsmadan sorunlarımızı çözemezdik. Dolayısıyla Localara düzenli devama ve hattâ davet edilirsem konuşma yapmaya karar verdim.
İlk ziyaretimi, Büyük Üstat seçildikten beş gün sonra, Bodrum Locası'na yaptım. Yaz aylarında olduğumuzdan, Bodrum mabedi Türkiye'nin çeşitli köşelerinden gelmiş Kardeşlerle tamamen doluydu. Herkes ne söyleyeceğimi bekliyordu. Düşündüklerimi gerçekleştirebilmem için güçlü bir mesaj vermem şarttı. Öyle de yaptım. Büyük Loca tarifimizin yanlışlığından başlayan, dernekçilikle Masonluğu birbirinin içine soktuğumuza uzanan ve Masonluğun saf ve kadim değerlerine dönmemiz gerektiğini ifadeyle neticelenen açık ve sert bir sistem eleştirisi getirdim. Koca mabette iki yüz civarında Kardeşim, soluğunu tutmuş beni dinliyordu. Mesajlarımın Kardeşlerimi gerçekten heyecanlandırdığı belliydi. Çıkışta aldığım çok sayıda duygu yüklü tepki sonucunda, Bodrum'dan, doğru istikamette olduğumdan emin olarak ayrıldım. Bu yöndeki mesajları Türkiye'nin her köşesinde vermem gerekiyordu.
Öyle de yaptım. Türkiye'de Masonluk nurunun yandığı her köşeye gittim. Masonluğu vatan sathına yaymayı temel misyonlarımızdan gördüğümden, bilhassa İstanbul, Ankara ve İzmir dışında çalışan Localarımızın yanında olmaya gayret ettim. Her yerde, Masonlukta olması gerekenle olan arasındaki farkı, bu farkı doğuran unsurların tahliliyle birlikte anlattım. Söyledikerimin içeriğinden ziyade, hep birlikte geleceğimiz üzerine düşünüyor ve konuşuyor olmanın önemine inanıyordum. Sistemi sorgulamanın ayıplandığı bir kültürde, ziyaretlerim ve konuşmalarım, camiamız içerisindeki havayı hissedilir biçimde değiştiriyordu. Kardeşlerimin mevcut duruma eleştirilerini rahatlıkla dile getirmeye ve geleceğe güven duymaya başladıklarını görmemek mümkün değildi. Moraller gerçekten yükseliyordu.
Havanın değişmesi, beklediğim eleştirileri de beraberinde getirdi. Bunlardan en çok kulağıma gelen üç tanesi "Büyük Üstadın konuşma yapmaması gereği", "Verdiğim hürriyet mesajlarının yanlış anlaşıldığı" ve seyahat masraflarımın kaynağının sorgulanmasıydı. Birinci eleştiride bir hikmet vardı. Bence de Büyük Üstatların konuşma yapmamaları uygun olur. Zira konferans, hür bir tartışma ortamını gerektirir. Konuşmacının Büyük Üstat olması, tartışma ortamının hür iklimini zedeleme riskini taşır. Bu düşünceme rağmen, dönemin olağanüstü şartları içerisinde, konuşmalarımın olumlu etkisinin Büyük Üstadın konuşma yapmasının muhtemel zararlarına açık farkla ağır bastığını düşündüm. İkinci eleştirinin samimiyetine hiç bir zaman inanmadım. İfadesini "Büyük Üstadım, siz çok doğru söylüyorsunuz ama maalesef Kardeşler sizi anlayamıyor" cümlesinde bulan ve Büyük Üstadı doğrudan eleştirmektense Kardeşleri eleştirmeyi tercih eden yaklaşıma saygı duymadığımı söylemekle yetineceğim. Mali konuları diline dolayan üçüncü eleştiri ise basit bir zihniyetin tezahürüydü. Üzüldüm ama kulak arkası ettim.
Fiziken zor dayanılır bir tempo içerisinde Kardeşlerimle her paylaşım imkanını değerlendiriyordum. Bazen bir günde iki şehirde bulunduğum oluyordu. Sadece localarda konuşma yapmakla kalmıyor, eşli yemeklere gidiyor; Çırak sofralarına katılıyordum. Özel hassasiyet gösterdiğim bir konu, gitgide unutmaya başladığımız, Üstad-ı Muhteremliğin Masonluğun en üst ezoterik mertebesi olduğu gerçeğini hatırlatmaktı. "Büyük Üstat ayağa kalkmaz" icadını daha ilk toplantıda yıkmıştım. Her zaman büyük haz duyarak icra etmiş olduğum Üstad-ı Muhterem is'ad törenleri vesilesiyle "Büyük Üstat is'ad yapmaz" icadını da yıkmanın mutluluğunu yaşadım. Bütün bu davranışlarımın sonunda hakkımda söylenen "Büyük Üstatlık makamını ayağa düşürdü" sözünü duyduğum andaki mutluluğumu anlatamam. Amacıma ulaşmıştım. Zira çok iyi biliyordum ki dile getirilen bu rahatsızlığın sebebi, Büyük Üstatlık makamını gökten, eskiden olduğu gibi, yere doğru indirmekte olmamdı.
Loca ziyaretlerimin yarattığı şiddetli etki, kısa süre içerisinde, yaygın ve güçlü bir değişim beklentisini doğurdu. Diğer yandan, göreve başladığım andaki konjonktür, bazı köklü reformları derhal yapmaya hiç de müsait değildi. Büyük Üstat ve Büyük Görevlilerin yeniden seçileceği 2011 Mayısı'ndaki Büyük Loca Toplantısı'na kadar olan on bir aylık süreyi, bu reformları başarabilmemizi sağlayacak politik ve düşünsel zemini oluşturmak için kullanmam gerekiyordu. Bu durum, yükselen beklentiyle birleşince, ortaya ciddi bir risk çıktı. Üzerime yapıştırılmaya çalışılan "güzel konuşur ama bir şey yapamaz" yaftası. Bu propagandanın etkili olması ve hakkımda böyle bir algı yaratılması, Kardeşlerin liderliğime olan inancını zayıflatırdı ki bu da beni gerçekten bir şey yapamaz hale getirirdi. Bu riski doğrudan göğüslemem gerekiyordu. Onun için konuyu bizzat ve sürekli olarak gündemde tuttum. Her konuşmamda, 2011 Mayıs ayında gerçekleşecek Büyük Loca Toplantısı'na kadar olan bir yıllık dönemin bir tamirat, değerlendirme ve planlama dönemi olduğunu; gerçek adımları atmaya 2011 Mayıs ayından sonra başlamanın mümkün olacağının altını çizdim. Söylediğim makûldü; Kardeşlerimin nezdinde de kabul gördü.
Konuşmalarım ve duruşumla bu riski gidermiş olduğumu düşünmeme rağmen, çıktığımız yürüyüşten geri dönmenin söz konusu olmadığını kararlılıkla vurgulayan bir Büyük Üstat mesajı yayınlamakta fayda gördüm. Büyük Üstatların her yeni yıl öncesinde geleneksel olarak yayınladıkları mesajı buna vesile bildim ve 2011 yılı kutlama mesajıma aşağıdaki paragrafı dahil ettim:
"Görevime başladığım günden bu yana, Localarımızda dünümüzün muhasebesini yapıyor, yarınlarımız üzerine sohbet ediyoruz. Kardeşlerimin, Büyük Locamızın geleceğini, Masonluk geleneğinin en saf halinin üzerinde yükseltmek yönündeki kararlılıkları beni heyecanlandırıyor. Geçen yıllar içerisinde her nasılsa "Masonik gelenek" adı altında bünyemize yerleşmiş icatlardan süratle arınacağımızı görüyor ve seviniyorum. Bundan böyle kapılarımızın Masonluğun kadim değerlerine aykırı anlayışlara sımsıkı kapalı olacağını güçlü bir şekilde hissediyorum. Böyle olunca da, 2011 yılının eşiğinde, Büyük Locamızın ve Türk Masonluğunun geleceğine ümitle bakıyorum."
Neredeyse bir ayda kaleme aldığım bu kısa mesaj, umduğum gibi, ses getirdi. Bilhassa, çok severek kullandığım "Masonik gelenek adı altında bünyemize yerleşmiş icatlar" ifadesi ciddi tepki çekti. Neydi ki bu icatlar? Masonlukta icat mı olurdu? Hem neyin icat neyin gelenek olduğunu nasıl bilecektik? Ya icatlarla mücadele edelim derken geleneği zedelersek? Bütün bu sorulara, çeşitli vesilelerle muhatap oldum. Sorunun sorulduğu zemine ve tabii ki biraz da içinde bulunduğum ruh haline göre cevap verdim. Başlattığım süreci biraz daha tahrik etmekte fayda gördüğüm zamanlarda (hele ki biraz da hınzır bir ruh hali içerisindeysem) "Masonluktaki en büyük icat Büyük Loca kavramıdır" diye söze başlayıverdim!
Görev sürem boyunca yaptığım Loca ziyaretlerimde verdiğim mesajlardan maksadını aşanlar mutlaka olmuştur. Buna dair aldığım bazı eleştirilerde hikmet olduğunu kabul ediyorum. Konuşmalarımın kafa karıştırdığına dair eleştiri ise yerden göğe haklıdır. Ama zaten ne yaptıysam kafa karıştırmak içindi. Bütün bu süreç sonunda, Spekülatif Masonluğun üzerinde yükseldiği kadim değerlere dikkat çekip, uyguladığımız Masonluğun gerçek Masonluk olduğundan emin Kardeşlerimi biraz olsun sorgulamaya sevk edebildiysem, ne mutlu bana.