9.Derece Ritüeli

9.Derece Ritüeli: "Derecenin Talimatı"

Atölyenin Adı: Seçilmiş Dokuzlar Şapitri.Başkanın Ünvânı: Pek Muktedir. Birinci Nazırın Ünvânı: Stolkin veya ...

14.Derece Ritüeli

    14.Derece Ritüeli: "Talimat"

    Atölyenin Adı: Büyük Seçilmişler, Tam ve Âlî Masonlar Atölyesi veya Gizli Kubbe.Başkanın Ünvanı: Üç defa Mukt...

    14.Derece Ritüeli: "İykaaf"

    ÜÇ DEFA MUKTEDİR - Merasim Üstadı Kardeşim, Adaylar Atölye kapısına geldiler mi? Lütfen bakınız; geldilerse o...

15.Derece Ritüeli

    15.Derece Ritüeli: "Talimat"

    Atölyenin Adı : Doğu ve Kılıç Şövalyeleri ŞapitriBaşkanın Ünvanı : Büyük ÜstatGörevlilerin Ünvanı : Her görev...

    15.Derece Ritüeli: "İykaaf"

    (Kapıya Tam ve Âli Mason derecesi ile vurulur: 3+5+7+9)MUHAKKİK - Kimsiniz?MERASİM ÜSTADI - Mikâp taş üzerind...

Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti

Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nin Tarihçesi

Operatif Masonluktan, Spekülatif Masonluğa geçişin ilk defa İngiltere'de gerçekleştiği bilinmektedir. Bunun s...

Rit Nedir?

Masonlukta en yaygın kavramlardan biri rittir. Rit, Fransızca ve İngilizce'de Rite, Almanca'da Ritus yazılır....

Nizam (Order) Nedir?

Türk Masonluğunda, order veya eşdeğeri bir terim henüz olmasa bile Masonluk kurumları arasında rit dışında ço...

Yeminlerin Anlamı ve Önemi

Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti için 1762 ve 1786 Anayasaları ve Tüzükleri, her memleketteki EKSR Yüksek Şûra...

Yüksek Şuraların Sihirli Sayısı: 33°

Masonluktaki 33 sayısı sadece Masonların arasında değil, Masonluğa meraklı, hevesli ve teşne haricîler arasın...

Hür ve Kabul Edilmiş Masonlar Türkiye Büyük Locası

    Locaların Yönetimi

    Madde 72 - Loca Görevlileri(1) Locanın, kendi üyeleri arasından belirlenen 16 görevlisi vardır:1. Üstad-ı Muh...

    Üyelik İşlemleri

    Madde 93 - Locaya Giriş Yolları(1) Bir Locaya tekris veya tebenni ile girilir.(2) Bir Kardeş, Büyük Locanın m...

    Son Hükümler

    Madde 123 - Yorum(1) İşbu tüzüğü yorumlama yetkisi Büyük Locaya aittir. İhtiyaç olan durumlarda, Büyük Görevl...

illuminati ve Gerçekleri

İLLUMİNATİ SEMBOLLERİNİN BULUNDUĞU RESİMLER

Bunların bilinen sembolü baykuş. İnci sözlükte bolca kullanılır.Şeytana ve diğer küçük şeytanlara taparlar. M...

Ketum Üstad

Atölyenin Adı: Olgunlaşma Locası.Başkanın Unvanı: Pek Muktedir veya Melik Süleyman.Birinci Nazırın Unvanı: Ad...

4.Derece Ritüeli: "Çalışmanın Açılışı"

Pek Muktedir - Sayın Adonhiram Kardeşim, toplantımıza katılan Kardeşlerin hepsi Ketum Üstad mıdırlar?Adonhira...

4.Derece Ritüeli: "İykaaf"

Pek Muktedir - Gündemimizde 4. dereceye alınmaları uygun bulunan Kardeşlerin iykaafı vardır. Kâtip Kardeşim b...

Masonik Konferans

Üstadı Muhterem ve Sevgili Kardeşlerim. Bugün burada sunacağım konferansın konusu çok geniş ve kapsamlı olduğ...

Landmarklar

Bugünkü sohbetimiz "Landmarklar" üzerine olacaktır. Bu bir derleme çalışma olup yorum yoktur. Konuya girmeden...

Türkiye'de Masonluk Tarihi (1909 - 1970)

Türkiye'de masonluğun tarihini genel olarak üç ana bölüme ayırarak incelemek bugüne kadar alışılagelmiş bir y...

Gizli örgütler

İLLUMİNATİ SEMBOLLERİNİN BULUNDUĞU RESİMLER

Bunların bilinen sembolü baykuş. İnci sözlükte bolca kullanılır.Şeytana ve diğer küçük şeytanlara taparlar. M...

14.Derece Ritüeli

14.Derece Ritüeli: "Talimat"

Atölyenin Adı: Büyük Seçilmişler, Tam ve Âlî Masonlar Atölyesi veya Gizli Kubbe.Başkanın Ünvanı: Üç defa Mukt...

15.Derece Ritüeli

    15.Derece Ritüeli: "Talimat"

    Atölyenin Adı : Doğu ve Kılıç Şövalyeleri ŞapitriBaşkanın Ünvanı : Büyük ÜstatGörevlilerin Ünvanı : Her görev...

33.Derece Mason
Fethullah Gülen
Bornocu Ersan 11 Kasım 2015 Çarşamba



"1842 başlarında Türkiye'ye gitmiştim. O tarihte, İstanbul'da hiçbir Mason Locası yoktu. Birkaç Kardeş tanıdım, fakat adetleri bir Loca kurmak için yeterli değildi. O memlekette korku, dehşet, kin yaratmak için Mason kelimesi kâfi geliyordu. Bu kelime dinsiz, ihtilâlci, din aleyhtarı bir kişiyi nitelendirmeye yetiyordu. Masonlara cehennemlik nazarıyla bakılıyordu. Rumlar, Ermeniler, Katolikler ve Türkler onları böyle telakki etmede mutabık idiler. Toplumun aşağı sınıfları "Farmason" kelimesini kötü bir adamı tarif etmek için kullanıyorlardı; bu önyargılı fikirlere ve budalaca taassuba karşı herhangi bir müdahale, rezîlâne ve Masonların müstehak oldukları cehenneme lâyık görülüyordu."

İşte 1863 yılında, Dr. Alexandre SCHINAS adlı bir Mason, Fransa'ya gönderdiği bir mektupta bunları yazıyordu.

Konferansıma, niçin bir asırdan fazla eskimiş bir mektubu zikretmekle başladım?

Çünkü bu ifadeler kültür noksanlığı, eğitim noksanlığı yüzünden hâlâ cehalete ve taassuba dalmış olan Türkiye nüfusunun önemli bir kısmı için el'an doğrudur. (1990 lügatinde: Farmason münkir-freemason)

Sizlere Masonluğun bugünün Türk toplumundaki yerinden bahsetmem gerekirdi. O taktirde sizlere pek az bir şey söyleyebilirdim. Aslında, "bugün" dediğimiz şey, her ikisi de gayet uzun olan "dün" ve 'yarın" a kıyasla son derece kısa bir zaman değil de nedir? O halde, Masonluğun Türk toplumu içerisinde hâlen işgal etmekte olduğu yeri izah edebilmem için Masonluğun, Kemal Atatürk tarafından kurulan Cumhuriyetten beri oynamakta olduğu rolden bahsetmezden önce, Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarındaki rolüne kısaca temas edeceğim.

Ne yazık ki büyük Millî Şefimiz Kemal Atatürk mason değildi, yoksa itibarımız bu derece düşük olmazdı. Nitekim koyu katolik olmasına rağmen Meksika'nın ilk anayasalarını yapan ve Masonluğa lâyık olduğu yeri veren Millî Kahramanları Benito Juares'in hâtırasına, Masonluğa karşı derin saygısı vardır, İsveç'te de olduğu gibi, İngiltere'nin Kralları an'anevî olarak memleketlerindeki Masonluğun başındadırlar. Birleşik Amerika Devletleri Başkanlarından çoğu Mason idi ve bu memleketin Anayasası da Masonların eseridir.

Almanya'da, BEAA'nın kurucusu olan Prusya imparatoru Büyük Frederik'i zikretmekle yetineceğim. İtalya'da, memleketi birleştiren büyük Masonun hâtırasına her şehrin "Piazza Coavon"u vardır. Bu memleketler, adı geçen büyük adamlar dışında Mason önlüğünü taşımış olan büyük ilim ya da sanat adamlarıyla iftihar edebilirler.

Türkiye büyük mason tanımamış mıdır? Elbette ki evet, fakat onların şöhreti Mason olduklarını genellikle bilmeyen kitlelere nadiren ulaşabilmiştir. Bu konferansım esnasında zikredeceğim Masonların hepsinin memleketimin siyasal, kültürel ve artistik inkişafında dahli olmuştur... fakat bu, taassubun ve cehaletin kitlelerin zihninde oluşturduğu tasviri silmeye kâfi gelmemiştir.

Türk Masonluğunun kendine yöneltilen devamlı hücumlara rağmen, çok şükür kiengizisyon, Mussolini, Hitler, Franco kadar ya da Masonları işkence ve katliâmlarla insafsızca takip ettiren bazı Orta Amerika diktatörleri kadar şiddetli düşmanları olmamıştır.

Franmasonluğun Türkiye'deki tarihi hakkında yaptığım dünkü konuşmamda, ilk muntazam Mason Locası kuruluşunun 1748'e rastladığını söylemiştim (Yâni İngiltere Büyük Locasının kuruluş tarihi olan 24 Haziran 1717 den 33 yıl sonra)

18.Asrın başlarında Türkiye -daha doğrusu Osmanlı İmparatorluğu- hudutlarını genişletmek veya muhafaza etmek için devamlı surette harpte olan teokratik bir devlet idi (Yavuz Sultan Selim, 1517'den itibaren Sultan, aynı zamanda bütün müslümanların halifesi idi) Esasen bu İmparatorluğun inkişafı hakîkî kuvvetleri ile mütenasip değildi ve 17. asırdan itibaren, İmparatorluk inhitata uğramaya başlamıştır. Bu inhitat, devamlı arazi kayıpları ve dahilî isyanlarla sürüp gitmiştir (IV. Mehmet ve Sadrazam Ahmet Köprülü tarafından bastırılan 1660 Yeniçeri isyanı) Son Viyana muhasarası ve Avusturya Payitahtının surları önündeki mağlubiyet, bu inhitatı hızlandırmıştır. İmparatorluk parçalanmış, Kapitülasyonlar gelmiş (XV. Louis tarafından 1535'ten itibaren yenilenmiş) Saray entrikaları sürüp gitmiştir.

Demek oluyor ki, 19.Asrın başlarında hâlâ görülen manzara, bunun bir benzeridir. Sultan II. Mahmut (saltanatı: 1808-1838), isyan eden yeniçerilerin ocaklarını ve çoğunun müntesibi bulunduğu Bektaşî Tarikatını lağvetmiş aynı zamanda, Türkiye'de çalışan bütün Locaları kapatmıştır.

Burada, Bektaşî Tarikatından bahsetmek için bir parantez açmak istiyorum. Bektaşî Tarikatı, sâdece Osmanlı İmparatorluğunda değil fakat şimdiki İran, Irak, vs.. de, İslâm dînî tefekküründe gayet büyük bir rol oynamıştır. Bütün islâm tarikatlarında olduğu gibi, Bektaşî Tarikatı da Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, halefleri arasında başgösteren ihtilaflardan doğmuştur. Bektâşîlerin özel gizli esasları vardı fakat usullerinde diğer tarikatlara nazaran daha hoşgörülü idiler; toplantılarına kadın kabul ediliyordu ve bazı hallerde şarap içilmesine müsamaha ediliyordu.

Bu ise Tarikata, daha ananeperest olan diğer Müslümanların kötü nazarla bakmalarına sebep oluyordu. Bazı kimseler, Bektaşî usûl ve sembolleri ile Masonik semboller arasında bir takım benzerlikler görmek istemişlerdir ama kanaatimce, bu sâdece bir rastlantıdan ibarettir. Aynı devirde, büyük rağbet gören ve onun da  öğretileri müsâmahakâr olan Mevlevî Tarikatı doğmuştur; bu dînî musikîsi iyi bilinen semâ eden dervişlerin tarikatıdır. Bu tarikatlar, Kemal Atatürk tarafından kapatılmış olmalarına rağmen bugün yeniden ve güpegündüz çalışmaya başlamışlardır. Bir çok Mason bu tarikatlara mensuptur. 33 dereceli bir Bektaşî Şeyhi ve hattâ Locamda üye olan bir Bektaşî Ermeni tanımışımdır.

Sultanlar bu tarikatlarda, kendi Halifeliklerinin dîni kudretine yönelik bir tehdit unsuru görüyorlardı ve bunları zaman zaman kapatmakta tereddüt etmiyorlardı. Demek ki, 1826 da Bektaşî Tarikatı, Masonlukla birlikte II. Mahmut tarafından yasaklanmış fakat birkaç sene sonra tekrar faaliyete geçmiştir. II. Mahmut'un saltanatı esnasında bilfiil çalışan Loca bulunmadığı doğrudur ve Türkiye'de bulunan nâdir Masonlar genellikle kendi memleketlerinde tekris edilmiş yabancılardı. 1839 da, II. Mahmut'un ölümünde, Sultan Abdülmecit tahta cülus etmiş ve ilk Gülhâne Hattı Hümâyununu çıkarmıştır; metni, Mason olan Sadrazam Mustafa Reşit Paşa tarafından ilân edilmiştir. Bilhassa Mustafa Reşit Paşanın eseri olan bu yeni İslâhat, bir nevi insan Hakları Beyannamesiydi, fakat Sultanın selâhiyetleri ve islâm Hukuku fiilen muhafaza edilmekte idi.

O devrin Masonları kimlerdir? Bunlar bilhassa, beratlarını Fransa Büyük Locasından almış olan Localarda (L'Avenir de l'Orient 1855, L'Etoile du Bosphore 1858) ya da İngiltere Büyük Locasından patent almış Localarda (ORIENTAL 1856, İngiltere Sefirinin adına izafetle BULWER 1856, almanca olarak çalışan DEUTSCHER BUND 1860 ve izmir'de "HOWER" 1860) toplanan yabancılardı.

O devirde, sırf menfaat gayesiyle kurulmuş olan 220 üyeli bir Türkiye Büyük Locası ortaya çıkmış ve çabucak ortadan yok olmuştur. "L'UNION D'ORİENT" da o devirde (1863 de) kurulmuştur. Yine o devirde 1861 de, Şehzade Abdülhalim Paşa tarafından ilk Türkiye Yüksek Şûrası kurulmuş ve resmen tanınmıştır fakat, Mısır Hidivleri arasındaki mücâdele yüzünden, ömrü kısa olmuştur.

Evvelce de belirttiğim gibi, Locaların üyeleri (arasında Sadrazam ve bir miktar Türk münevveri bulunmakla beraber) bilhassa yabancılar idi. Bunun içindir ki, halk arasında yapılan Masonluk aleyhtarı propagandalarla Masonlar "gâvur" olarak tavsif ediliyor, yabancılar üzerinde büyük nüfuz sahibi olan rahipler sınıfı da ruhbani propagandalarını sürdürüyordu. Masonluğa saldıran Yahudi gazeteleri bile vardı.

Bütün bu Masonluk aleyhtarı Propagandalar, 1861 de Abdülmecit'in halefi olarak tahta cülus eden ve 15 sene, yâni 1876 ya kadar saltanat süren Sultan Abdülaziz'in devrinde Masonluğun tanık olduğu büyük inkişafı önleyememiştir. O devirde sâdece akalliyetlerin (Hristiyanların, Ermenilerin, Yahudilerin) değil ve fakat aralarında büyük nüfuz sahibi kişilerin bulunduğu birçok Müslümanın tekris edildiği Locaların  açıldığı görülür. Tekris edilenlerin en meşhuru, 1876 da tahta cülus eden fakat saltanatı çok kısa süren Veliaht Şehzade V. Murat idi.

V. MURAT: Veliaht Şehzade Murat, garp kültüründen büyük ölçüde etkilenmiş, bundan dolayı da "Genç Osmanlılar" onun Taht'a namzetliğini desteklemişlerdir. V. Murat, Namık Kemal'den fransızca dersleri almıştır. 1872 de, rumca olarak çalışan PROODOS (Fransa Büyük Locası) Locasında gizli bir merasimle tekris edilmiştir. Tekrîsi, Mason Locasına tahvil edilen Louis Amiable'ın evinde türkçe olarak yapılmıştır. Bu gizlilik, Sultan Abdülaziz ve vüzerâsının çoğu tarafından Masonluğa kötü gözle bakılmasından ve vâkî olabilecek sızmalar dolayısıyla gizli ajanların bazen Mason lokallerini gözetlemelerinden ileri gelmiştir.

Veliahtın tahta çıkma şansını kaybetmesinin önlenmesi isteniyordu. İki hafta sonraŞehzade Murat'a 2. ve 3. dereceler verilmiş, bir yıl sonra da 18. derece tevcih edilmiştir. Fransa Büyük Locası bir mektubunda, müstakbel bir Sultanı kendi Obediyansında görmekten dolayı memnuniyetini izhar etmiştir. Yükseltme mahremâne ve tebliğ suretiyle yapılmıştır. Şehzade Murat, 1861 de kurulan Yüksek Şûraya da dâhil olmuştu.

Tekrisinden üç buçuk sene sonra, Şehzade Murat tahta çıkmıştır, zîrâ amcası Abdülaziz tahttan indirilmişti. Abdülaziz tahttan indirildikten 6 gün sonra intihar etmiştir. Bu intihar, hastalığı ancak 3 ay süreyle saklanabilen yeni Sultanın aklî durumunu daha da kötüleştirmiştir. Sultan V. Murat tahttan indirilerek, ölümüne kadar orada daha 29 sene yaşayacağı Çırağan Sarayına hapsedilmiştir.

Saray erkânı arasında Mason olan bir çok Şehzade, yüksek memur, tabip, öğretim üyesi, vâlî, gazeteci, aktör, şair (bu meyanda millî şâirimiz Namık Kemal) general, politikacı ile tabiatiyle çoğu gayrimüslim olan tüccar ve bankacı vardı. O devirde, localarda üniformalı subaylar, cüppe ve sarıklarıyla din adamları, çeşitli tarikatlardan şeyhler ve Şer'î hâkimler görülüyordu.

Bu arada şu hususu belirtelim ki, Kirkor Agatan Kardeş, Türkiye'deki yabancı postaları lağvettirmeye muvaffak olmuştur.

Bu Localarda ingilizce, fransızca, rumca, ermenice olarak çalışıyordu ve ancak 1872 den sonra türkçe olarak çalışan Loca kurulmuştur.

Not: 1868 de Hilâl-i Ahmer (Kızılay) bir Mason tarafından kurulmuştur.

Osmanlı matbuatında Masonluğa karşı girişilen hücumlara ilk defa o devirde rastlanmaktadır.

İlk olarak Journal Israelite'te çıkan bir makale, Yahudi muhitinde ayaklanmaya bile yol açmış ve Vezir Fuat Paşa'nın ve hattâ Sultan Abdülaziz'in, dinlerinin tehlikede olduğunu sanan İsrail müteassıplarına müdahalede bulunmasını gerektirmiştir.

O devirde, "FARMASON" adının kullanıldığı ve bilhassa Fransa'da Masonluğa karşı girişilen hücumların tekrarlandığı 3 adet masonluk aleyhtarı kitap neşredilmiştir.

Abdülaziz'in saltanat döneminde büyük inkişafına şahit olunan Masonluk, 1876 dan 1909'a kadar (33 sene) saltanat süren "Kızıl Sultan" II. Abdülhamit döneminde inhitata uğramıştır.

Şimdi, -gördüğümüz gibi bir Masonun eseri olan- birinci Meşrutiyeti takip eden dönemde siyasî ve iktisadî vaziyetin ne halde olduğunu görelim.

Mısır Hidivi Mehmet Ali isyan etmiş ve Osmanlı ordusunu mağlup ederek istanbul kapılarına dayanmıştır. Ruslar, Balkanlardan geçerek Edirne önlerine gelmişlerdir. Balkanların eski Osmanlı vilâyetleri, milliyetçi grupların tazyiki altında Yunanistan da ve Sırbistan da müstakil memleketler teşkil etmek üzere birbirlerinden ayrılmışlardır. Fransızlar Cezayir'i işgal etmiştir, iktisadî vaziyet perişandır. Osmanlı İmparatorluğu, Sarayının ihtiyaçlarını karşılamada kullanılmıştır.

Birinci Meşrutiyet, -Rus ordularının Ayastafanos'a (Yeşilköy'e) ve Erzurum'a ulaştıkları- Rusya harbi sebebiyle kısa sürmüştür. Fakat aydın Türkler buna rağmen, hürriyet ve çağdaşlaşma hareketlerinin devam ettirilmesi için Sultanı tazyik ediyorlardı ve bu aydın kişiler arasında birçok Mason vardı. Bu hareketler esasen yıllardan beri Fransız ihtilâlinden 1789 etkilenmekte idi.

İşte 1876 da II. Abdülhamit, saltanatı ancak bir kaç ay süren V. Murat'ı istihlâf ederek tahta çıktığında, manzara bu idi. (V. Murat'ın bütün etrafının Mason olduğunu hatırlayalım)

Kırım harbi esnasında Osmanlı imparatorluğu siyasî bakımdan Fransa'ya yaklaşmıştı ve bu yaklaşma, sâdece istanbul ve izmir'de değil, fakat bilhassa Trakya ve Makedonya'da müteaddit Locaların açılmasına vesile olmuştu. Bunun neticesi olarak, ileride göreceğimiz üzere, Sultanın mutlakiyet rejimine karşı hürriyet hareketleri tertiplenmiştir. 1856 ile 1876 arasında 60 dan fazla Loca açılmıştır; çoğu yabancıObediyanslara bağlı olan bu Localara bilhassa yabancılar devam ediyordu. Fakat, bu localarda git gide artan Türk akalliyetleri ve aynı zamanda aydın Müslümanlar görülmeye başlanmıştır. Bu Localardan bazıları, eninde sonunda, sırf Osmanlı unsurlardan müteşekkil hâle gelmiştir.

Fransız, İngiliz ve İtalyan Masonlar, Kardeşleri V. Murat'ın tahtta kalmasını temine çalışmışlar ve kendi memleketleri de bu yolda gayret sarfetmiştir. Buna rağmen, II. Abdülhamit ve taraftarları, V. Murat'ın hastalığını bahane ederek onu katletmek için gizli planlar hazırlamışlardır. Onun hayatının kurtarılması için kaçırılmasını tertipleyenler Masonlar olmuştur. Abdülhamit'in Masonluğun amansız düşmanı olmasının sebeplerinden biri de budur.

Demek oluyor ki, Abdülhamit 1876 da kardeşinden kurtularak iktidarı ele almıştır.II. Abdülhamit, bütün hürriyet fikirlerine muhalif, öldürülmekten devamlı surette korkan, etrafı casus şebekesi ile çevrili bir kişi idi. Pek tabiî ki böyle bir Sultan, hürriyet ve müsavat için mücadele eden Masonik bir teşkilâtın mevcudiyetini hoş göremezdi.

"Kızıl Sultan", 33 yıl süren uzun saltanat döneminde, hiçbir vakit Franmasonluğuaçıkça takip etmeye cesaret edememiş fakat müntesiplerine karşı insafsızca davranmıştır. Locaları kapatma emri vermemiştir, fakat devamlı surette polislerinin nezâreti altında bulundurduğu Masonları hapis ya da sürgün ettirmiştir. 1876 da Tahta çıkışında, Mason olan Mithat Paşa tarafından kaleme alınan bir Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu kabul etmiştir. Bu kanûn-u esâsî iki Millî Meclis öngörmekte idi, fakat Sultan, harpleri bahane ederek bu meclisleri 1878 den itibaren kapatmış ve ortalığa kara bir dehşet salmıştır. Aralarında bir çok Kardeşin bulunduğu Jöntürkler bu dehşete karşı koymuşlardır. Jöntürkler, 1889 da İttihat ve Terakkî Cemiyetini kurmuşlardır.

İstanbul'daki Mason locaları tazyiklere dayanamamışlarsa da, Trakya'da ve Makedonya'da Masonların hürriyet ve istiklâl fikirlerini yaydıkları görülmüştür. Çoğunlukla Selanik Locaları ve bilhassa Fransa Büyük Locasına bağlı "VERİTAS" Locası (Babam bu Locaya dâhil idi) ile italya Büyük Locasına bağlı "MACEDONİA RİSORTA" Locası önemli rol oynamıştır.

Masonik ketumiyetten faydalanmak suretiyle fikirleri üzerinde müzakerelerde bulunabilen bir çok Jöntürk, bu Localarda buluşmuşlardır. Esasen Abdülhamit nizâmı, oralarda, Osmanlı payitahtına nazaran daha az sıkı idi. Naşir Fazlı Necip (şehrin en iyi türk gazetesi Yeni Asır'ın kurucusu) üyeler arasında idi ve 1908 ihtilâlinde İttihat ve Terakki hareketinin bütün propaganda faaliyetlerini tanzim etmekle görevlendirilmişti. Bu Locada, -üyelerinin ekserisi Yahudi olmakla beraber- aynı zamanda, Jöntürklerden olan yüksek mevkideki Osmanlı Hükümeti memurları da vardı.

1908 de, âsîlerin zaferini kutlayan halkın büyük tezahüratı esnasında, Selanik sokaklarında sancaklarını dalgalandırarak geçit resmi yapan ve topluca alkışlanan Masonlar görülmüştür. Memleketin yeni idarecilerinin çoğu, kendilerini açıkça Mason ilân etmişlerdi. Gayet yüksek mevkideki sivil şahsiyetleri ve hattâ Ali Rıza paşa (Vâlî) ve Hüseyin Hilmi Paşa (3 vilâyetin Umumî Müfettişi, sonra da Dâhiliye Nâzırı ve nihayet 1909 - 1910 da Sadrazam) gibi askerleri de bünyelerine alan Localara akın edilmiştir. Aynı zamanda, hepsi de yabancı Obediyansların himayesinde olmak üzere, bir çok Locanın açılmakta olduğu görülmüştür ki, bu tekessür, Osmanlı İmparatoluğunun neredeyse bir Masonik müstemleke hâlini alacağı endişesini yaratmıştır. Bunun aksülameli olarak, bir Osmanlı Yüksek Şûrası kurulmuş, o da bir Büyük Maşrık kurmuş, fakat bu Büyük Maşrık, yabancı Obediyanslar tarafından iyi karşılanmamıştır. Ancak kuruluşundan bir yıl sonradır ki, müteaddit tavsiyeler üzerine bu genç kuruluş tanınmıştır.

Fakat bu Jöntürkler ya da Genç Osmanlılar kimlerdi?

Bunlar bidayette, 1865 te, İstanbul'da, İtalyan "Carbonani'ler modeline göre gizli bir Cemiyet kuranlar idi. Gayeleri, Osmanlı İmparatorluğunda meşrutî bir rejim kurmaktı. Önderleri, Türk millî şâiri Namık Kemal ile Sağırahmetzâde Mehmet Emin idi; her ikisi de Masondu; fakat bu hareketin en önemli rolünü, yine bir Mason olan Mustafa Fazıl Paşa oynamıştır.

Önce bunlar, Paris'te toplanmışlar ve orada neşriyat yapmışlardır. 1867 de, Paris'ten ayrılıp Londra'ya geçmişlerdir. Maalesef bazı cereyanlar ve bilhassa laiklikle ilgili fikirler cemiyeti bölmüştür. 1871 de, Sultan Abdülaziz ile anlaşmışlar ve Türkiye'ye dönmüşlerdir. Bununla beraber, bahusus Namık Kemal ve Sadrâzam Mithat Paşa ile birlikte neşriyatlarına devam etmişler ve Sultan Abdülhamit'i 1876 da İkinci Meşrûtiyet'i kabule zorlamışlardır. Bu ikinci Meşrûtiyet hiç devam etmemiş ve Jöntürkler 1889 yılında "ittihat ve Terakki" Cemiyetine girmişlerdir. Bu cemiyet, Jöntürklerin Paris'teki faaliyetlerini yeniden başlatmış, Cenevre'de, Kahire'de şubeler açmış ve Kızıl Sultan'a karşı görüşler yaymıştır. (Resneli Niyazi, Osman Fehmi Resne -tekrisi, Mahfel-i Ekber-i Vatan-ı Mısrî'de yapılmıştır-, Mithat Şükrü Genel Sekreter idi)

Makedonya'daki Mason Localarının ve bilhassa Selanik'teki İtalyan Localarının, bir çok üyesi Mason olan ittihat ve Terakki Cemiyetinin faaliyetlerine nasıl yardımcı olduklarını gördük. Bunlar aynı zamanda Trakya ordusuna da sızmışlar ve 1908 de, Abdülhamit ordunun müdahalesini istediğinde, ordu isyancılara iltihak etmiştir. O sırada ittihat ve Terakki Selanik, Manastır ve Trakya ile Makedonya'nın daha başka şehirlerinde istiklâl ilân etmiştir. Sultana bir ültimatom gönderilmiş ve neticede Sultan 1908 Teşkilât-ı Esâsiyesini kabul etmiştir.

Parlamentonun açılışından sonra, ittihat ve Terakki, memlekette iktidarı fiilen ele geçirmiştir.

1909 da, mutaassıpların iki ayaklanması bastırılmıştır. Trakya ordusu, imparatorluk hükümetinin âciz kaldığı istanbul üzerine yürümüş, Abdülhamit'i tahttan indirmiş, yerine V. Mehmet'i geçirmiştir. O sırada Parlamentodaki mebusların hemen hemen hepsi ittihat ve Terakki Cemiyetinin üyesi idiler ve yeni kurulan hükümette, bir çokları yer almıştır. Her ikisi de Mason olmak üzere, Talat Bey (Paşa) Dâhiliye Nâzırı, Câvit Bey Mâliye Nâzırı olmuştur. Bu zevât, Rahmi Bey, Mithat Şükrü Bey (ittihat ve Terakki Partisinin müstakbel Genel Sekreteri), Dr. Rıza Tevfik gibi mebuslar ve bazı gayrimüslim mebuslarla birlikte, yeni Osmanlı Yüksek Şûrasının kurucuları arasında yer almışlardır.

Sultan V. Mehmet'in ölümü üzerine, yerine, sonuncu Sultan olarak, Vahdettin geçmiştir. Talat Paşa Kardeş, Sadrâzam olmuş ve Osmanlı imparatorluğunun birinci dünya harbi sonucunda yenildiği sene olan 1918 e kadar bu görevde kalmıştır.

Böylece, Selanik'teki Mason Localarının rolü ispatlanmış olmakta ve Masonların Osmanlı imparatorluğunun sonunda, meşrutî rejimin teessüsüne katkıda bulundukları görülmektedir. Diğer taraftan bazı vesikalar, Fransa Büyük Locası, Makedonya Localarının hareketini desteklediğini ispat etmektedir. Bu Localardan bazıları, Selânik'in Locası, 1936 ya kadar Fransa Büyük Locası yıllığında yer almakta devam etmiştir. 1936 yılı Yunanistandâ, yunanlı Albayların (Metxas) ve faşizmin iktidara geldiği yıldır.

Jöntürkler, (ileride siyasî partiye tahavvül edecek olan) ittihat ve Terakkî Cemiyetinde toplanmışlar ve 1908 Teşkilât-ı Esâsiyesinin hazırlanmasına müncer olan memleketin karanlık yıllarındaki idaresinin temelini teşkil etmişlerdir. ATATÜRK gelinceye kadar Parlamentoda ve gerek bürokrasinin, gerek ordunun yüksek mevkilerinde bulunmuşlar fakat siyasî ya da dînî fikirleri dolayısıyla bölünmüşlerdir.

Parçalanma hâlinde olan Osmanlı imparatorluğunun son günlerinde en az 6 siyasî cereyan görülür:

1) Osmanlı cereyan: Türkler ile Ermeni, Yahudi, Arap, Bulgar, vs.. akalliyetleri Osmanlı sancağı altında toplamak ister.

2) İslâmî cereyan : Bütün dünyadaki Müslümanlar arasında bir birlik yaratılmasını istihdaf eder.

3) Ziya Gökalp ve bazı aydın Türkler tarafından sevk ve idare edilen ve fakat hiç rağbet görmeyen Pan-Türkist cereyan.

4) Fransız ihtilâli prensiplerine dayalı garbi temayül.

5) Osmanlı imparatorluğunu, müstakil devletler federasyonu hâlinde teşkilatlandırmak isteyen hareket.

6) İltihak edeni bulunmayan sosyalist temayüller. 1910 da bir Osmanlı Sosyalist Parti kurulduğu görülmüş ise de, kısa ömürlü olmuştur.

İttihat ve Terakki Cemiyeti, Türkiye Cumhuriyetinin kurulmasından önce ortadan kalkmıştır.

Böylece, Jöntürk'lerden kısaca bahsetmiş olduktan sonra, Osmanlı İmparatorluğu dahilindeki Locaların faaliyetlerine bir göz atmak isterim:

İnsaniyetperver faaliyetler hiç de küçümsenecek gibi değildi (Dumont). Atölye gelirlerinin önemli bir kısmı, çeşitli hayır işlerinin ve bilhassa yetimlere, yangın felâketzedelerine, zelzele felâketine uğrayanlara ve açlık çekenlere muavenetin finansmanına tahsis edilmekte idi. 1880 büyük açlık döneminde, İstanbul'daki Masonların bütün dünyadan yardım gören "Anadoludaki Açlar Masonik Komitesi"nin teşkilinde önayak oluşları bu cümledendir.

XIX. asrın sonuna kadar, aynı neviden haraketlerin tertiplenmesine devam edilmiştir. Localar her zaman doğrudan doğruya hareket etmeyip, insaniyetperver faaliyetlerini, haricî hayır teşekkülleri marifetiyle yürütmekte idiler. Bu hayır cemiyetlerinin çoğu Payitaht İstanbul'da bulunuyordu ve bunlardan büyük bir kısmının masonluktan mülhem olduğu biliniyordu.

Localar bilhassa, masonik düşünüşün yaygınlaşmasında yardımcı olan fikrî mesaîye büyük ehemmiyet veriyorlardı. Bununla beraber, Osmanlı İmparatorluğu Localarının, Fransa Büyük Locasını fazla pozitivist ve ruhban aleyhtarı yönelişlerine iyi gözle bakmadıklarını belirtmek gerekir; fakat bu cereyanlar, aynı zamanda memleketin dînî şefi olan Sultanların dînî tazyiklerine, müslüman Türklerin muhalefet etmesine ne de olsa yardımcı olmuştur.

Dün, Türkiye'deki Masonluk tarihi hakkındaki sunuşumda, 1861 de bir Türkiye Yüksek Şûrasının kurulduğundan bahsetmiştim. Sultan Abdülaziz'in saltanatı esnasında (1861-1876) siyasî hava hiç de lehte değildi. Esasen, bu Yüksek Şûra, Mısır'dan gelen şehzade Mehmet Halim Paşa tarafından kurulmuştu. Bu 1861 Yüksek Şûrası resmen taranmış idiyse de, ömrü kısa sürmüş ve faaliyetini ispat eden yegâne vesika, 1880 de, Anadolu'da aç kalanlara yardım talebi hakkındaki bir mektuptan ibaret olmuştur. Fakat 1908 de ilân edilen Meşrûtiyetten sonra, yabancı Obediyanslarda çalışan Türkler, sırf Türk olan bir Masonluğun kurulmasını kat'î surette istemişledir; 1861 de kurulan Yüksek Şûrâ'nın faaliyetlerinin canlandırılması kararlaştırılmıştır. Dün, Belçika Yüksek Şûrasının, Hâkim Büyük Amiri Eugege dAviella Kontu ile Sakakini Kardeşi delege olarak göndererek tavassut etmesi suretiyle 1909 da kurulan yeni Yüksek Şûrâ'nın Hâkim Büyük Amirliğine Şehzade Aziz Hasan Paşanın getirildiğinide izah etmiştim. 1909 dan, Locaların uykuya girdiği 1936 e kadar olan dönem boyunca Türk Masonluğunu idare eden, işte bu Yüksek Şûra olmuştur. Bu Yüksek Şûra, Remzi Atölyeleri idare etmek üzere bir Osmanlı Büyük Locası kurmakla işe başlamıştı, zîrâ, bildiğiniz gibi, bir Yüksek Şûra ancak kendine üye teminini mümkün kılan Mavi Localara istinad etmesi hâlinde mevcut olabilir.

Bu Maşrık-ı Azam (Grand Orient) nasıl kurulmuştur? Bunu dün anlatmıştım: İspanyol, İtalyan ve Fransız (bilhassa RENAISSANCE Locası) Obediyanslarına dahil Localara mensup 14 kardeşin kararıyla kurulmuştur. Bu ilk Türk Büyük Locası "GRAND ORİENT OTTOMAN" (Osmanlı Maşrık-ı Azamı) adını almış ve zaten Yüksek Şûranın Hakim Büyük Amiri olan Aziz Hasan Paşa'nın riyasetine tevdi olunmuştur.

Bu Büyük Loca, aralarındaki münasebetleri ifade eden bir Konkordato ile Yüksek Şûraya bağlanmıştır. Yabancı Obediyansların bu millî Masonluğa bidayette iyi gözle bakmadıklarını daha önce görmüştük. Filhakika, çeşitli yabancı millî obediyanslara tabi Localar, bilhassa Yahudi, Hristiyan, Rum ve Ermeni akalliyetlerden müteşekkil idi. Türkiye'nin İstiklâl Savaşı yıllarında, bu Localar, kendilerini banndıran memleketin sarahaten aleyhine müteveccih olan faaliyetlere girişmişlerdir. Bu Localar Kardeşlerinin, akalliyetlerin Osmanlı İmparatorluğunda sahip oldukları imtiyazları muhafaza etmek için Masonluktan yararlanmak istediklerini ispat edecek olan bazı misaller vereceğim. (Kapitülasyonlardan beri, akalliyetler, ticarete, denizciliğe, nakliyata, finansmana bankalara ve sigortalara hakim idiler) Bu akalliyetlerin okulları da vardı: Fransız okulları (genellikle rahip veya rahibeler tarafından idare edilirdi), Alman okulları, Yahudi, Ermeni, italyan, ingiliz, Rum okulları, daha sonra, Robert College Amerikan Okulu... Her birinin hastaneleri de vardı ki, bunlardan bazıları din adamları tarafından idare edilirdi. Bu imtiyazlar, tabiatıyla Türkler tarafından kıskanılıyordu ve "gâvur" teşkilâtı olarak telakki edilen Masonluğa karşı olan nefreti arttırıyordu.

Osmanlı imparatorluğu tarafından 1920'de imzalanan SEVR Muahedesi, bilindiği gibi, Türkiye'ye sadece bazı Anadolu Vilâyetlerini bırakmakta, bir Ermeni Cumhuriyeti öngörmekte ve hemen hemen bütün sahillerin kontrolünü Müttefiklere bırakmakta idi. Kemal Atatürk'ün milliyetçi kuvvetleri harekete geçmişti ve akalliyetler -ileride "Ankara'nın büyük diktatörü" ya da "ölüm mucizeleri yaratan", "Anadoludaki bütün hristiyanları katletmeye hazırlanan", "kızıl hayalet" olarak anacakları- kişiden çekiniyorlardı.

Araştırmalarım esnasında, Daniel Ligou'nun Masonik Lugâti için Türkiye hakkındaki fıkramı yazmakta olduğum bir sırada, Türkiye Büyük Locasının arşivlerinde, asılları Fransa Büyük Locasında ya da Paris'teki Fransa Millî Kütüphanesinde olan vesikaların fotokopilerini görme firsatını bulmuştum. Bunlara Paul Dumont'un metinlerinde de rastladım. Bahse konu olan, İstanbul'daki "RENAISSANCE" Locası ile izmir'de kurulu HOMERE ve MELES Localarının, Obediyansına tabi oldukları Fransa Büyük Locasına yazdıkları mektuplardı. Bu Locaların üyeleri arasında Rumlar, Yahudiler ve Ermeniler ile az adette bazı Fransız ve Türkler vardı. Türkler, hristiyan akalliyetlere zulmetmekle itham ediliyorlardı. Türkiye'nin Müttefiklere karşı harbe girmesine ittihat ve Terakki Komitesi Şefinin sebep olduğu, Atatürk kuvvetlerinin Anadolu'da Yunanlıları takip etmekte olduğu (bu pek tabiî idi, zira bunlar işgal kuvvetleriydi) ileri sürülmekte idi, fakat bilhassa Ermeniler, Erivan ile Şarkî Anadolu vilâyetlerini ve bahusus Van bölgesini kapsayan mıntıkada Büyük Ermenistan'ın kurulmasını temin için, Fransa Büyük Locası aracılığı ile Fransa'nın müdahil olmasını istiyorlardı. 1919 yılından itibaren, Paris'te kurulan "France - Armenie" adındaki bir Loca bu hareketi kuvvetle desteklemiştir ve bu yoldaki faaliyetlerine halen de devam etmektedir; bir kaç yıl önce Kardeşim ve dostum Roger Leray ile bu konudaki bir mektup teatisi bu hususu ispatlamıştır. Fransa Büyük Locasına yaptıkları bir çağrı ile, "en iptidaî insaniyet prensiplerini ayaklar altında çiğneyenler"e karşı harekete geçilmesini ve "gayrimüslimlerin meşru ruhi temayüllerinin tatmin edilmesi"ni teminen Türk Devletinin tümüyle yıkılmasını istemişlerdir.

Fransa Büyük Locası ile yapılan bu muhabere birkaç seneye yayılmış ve Büyük Loca Şûrasında müteaddit münakaşalara konu teşkil etmiştir. Pek tabiî ki, Fransa Büyük Locasında Türkiye'nin tarafını tutan Kardeşlerde bulunmuştur ve bu Kardeşler, garp memleketlerinin, Türklerin garpteki terakkîyata doğru ilerlemelerini mümkün kılacak hiçbir gayret sarfetmedikleri ve Osmanlı imparatorluğu dahilinde hakikî bir müstemleke işletmesi siyaseti gütmekle yetindikleri kanaatinde olmuşlardır.

Kemal Atatürk tarafından teşkil edilen askerî birliklerin başarıları, Fransa ile Fransız muhibbi olarak tanınan bir memleket arasında yakınlaşmaya yol açmış ve Fransa Büyük Locası, bu yakınlaşma hareketi uyarınca, Türkiye'deki Locaların talep ettikleri tedbirleri hiçbir vakit tatbike koymamıştır. Öte yandan, RENAISSANCE Locasının, 1933'te, bir Fransız Kardeş Armand Mosse başkanlığında, Osmanlı Büyük Locasına geçtiğini görüyoruz. Türk Masonluğunun uyku döneminden sonra, 1948'de, benim de dahil olduğum ATLAS Locasına hayatiyet veren, RENAISSANCE Locası olmuştur. Dahil bulunduğum ATLAS Locası halen mevcuttur ve kurucularından olduğum HUMANİTAS Locası gibi Fransızca olarak çalışmaktadır. HOMERE ve MELES Locaları, Türklerin izmir'e dönüşünden sonra yok olmuştur, bununla beraber, Fransa Büyük Locası, izmir şehrinden kaçarken mallarını kaybetmiş olan Yunan menşeili kardeşlere oldukça önemli bir malî destek sağlamış ise de siyasi sahada onların lehine müdahil olduğu sanılmamaktadır.

Mustafa Kemal'in, Anadolu'da, Osmanlı istibdadından kurtulmuş ve garp demokrasileri alanına ulaşma isteğinde olan yeni ve modern bir Türkiye'nin temellerini atmakta olduğu anlaşıldığında, Fransa ve Fransa Büyük Locasının Türkiye ile yakınlaşması daha bariz bir şekil almıştır. Bu o derece doğrudur ki, Türk Masonluğu, cumhuriyet rejimi altında 12 yıl süre ile inkişaf etmiştir ve şayet 1935'te uyutulmuş ise bu konferansımda, daha sonra size anlatacağım başka bir hikâyedir.

İmparatorluk ordularının mağlubiyeti ve 1920'de Sultanın hükümeti tarafından imzalanan Sevr Muahedesi, memleketin her yerinde işgal kuvvetlerine karşı yeraltı muharebeleri sürdüren Türk Halkı tarafından kabul edilmemiştir. Türkiye'nin hakikî İstiklâl Savaşı, Mustafa Kemal'in 19 Mayıs 1919 günü Samsun'da karaya çıkışı ile başlamıştır. O esnada, Müttefik Kuvvetleri, memleketin hemen tamamını işgal etmiş bulunuyordu. Çeşitli namlardaki muharebe birlikleri, "Kuvay-i Millîye" adı altında toplanmış ve bu dağınık birlikler arasında bağlantı sağlamayı başaran Mustafa Kemal olmuştur. Böylece bu birlikler millî bir ordu haline gelmiştir.

Sonuncu Sultan olan Vahdettin'in hükümeti, sadece saraya dayanıyordu ve her türlü halk desteğinden mahrum idi. Hattâ Vahdettin, yabancı kuvvetleri imdada çağırmış ve dini reis sıfatıyla, Müslümanları Mustafa Kemal'in halk ordusuna karşı ayaklanmaya zorlayan bir fetva yayınlamıştır. Müttefikler istanbul'u işgal etmiş ve Osmanlı Parlementosunu feshetmişlerdi. Osmanlı Hükümeti, hürriyet taraftarı Türk Aydınlarını Malta'ya sürmüştür. Bu ise, hürriyet ordusunun işgalcilere karşı zafer kazanmasına mani olamamıştır; İzmir'i işgal eden Yunanlılar denize doğru püskürtülmüş, Müttefiklerin hükümetleri, 1922'de Mudanya Mütarekesini imzalamışlar, bunu takiben de, Mustafa Kemal'in başkanı olduğu Büyük Millet Meclisi Hükümeti 1923'te Lozan Muahedesini imzalamıştır.

Böylece yeni bir Türk Devleti doğmuştur.

Osmanlı imparatorluğunun son yıllarını kısaca özetlemeye çalıştım. Franmasonluğun ve bilhassa Türk Masonluğunun rolü ne olmuştur? istanbul'da, içlerinden bazıları imparatorluk Sarayına bağlı kalan masonlar vardı. Sürgüne uğrayanlar arasında masonlar vardı. Mustafa Kemal'in etrafında da masonlar vardı ve bunlar, Yeni Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinde ve memlekette yapılan bir çok reformlarda önemli rol oynamışlardır.

Fakat bir de kısaca, Osmanlı imparatorluğunu nihaî bozguna sürükleyen şartlara bakalım:

Osmanlı imparatorluğunun 600 yıllık süresi esnasında: imparatorluk, hem idari şef, hem de orduların kumandanı ve bahusus, kudretini Allah'tan alan dini şef olan Sultanın emrinde idi. Sultan, Peygamberin halefi idi ve ona karşı herhangi bir muhalefet, dine karşı işlenmiş bir günah sayılırdı. Devletin bütün faaliyetleri, vergiler, adalet, içtimaî hayat, dini bayramlar ve hatta takvim, şer'i kanuna istinad ediliyordu.

İmparatorluğun muzaffer olduğu yıllarda, Devletin kasaları, muharebelerin getirdiği ganimetlerle, işgal edilen memleketlerde salınan vergilerle ve şer'i kanun uyarınca yatırılan miktarlarla besleniyordu, işler kötü gitmeye başlayınca, kapitülasyonlara yol açan imtiyazlara başvurulması gerekmiştir. Arazî Devlete ait olup, çiftçilere kiraya veriliyordu. Fakat zamanla bu arazi büyük mülk sahiplerinin eline geçmiş, bunlar da zürrai kendi emirleri altına almaktan geri kalmamışlar ve Devlete gayet cüz'i vergi ödemişlerdir. (Bir nevi derebeylik) Sanayi yok idi, iktisadiyât tamamen ziraate dayanıyordu. Silahlanma ve orduların ihtiyaçları da Sultanın emrine tabi idi. 1536'te imzalanan Kapitülasyonlardan itibaren, dış ticaret, yabancıların ve onlarla teşrik-i mesaî eden bazı mahalli tüccarların eline geçmiştir. Daha önce söylediğim gibi denizcilik, liman servisleri, postalar, demiryolları, tramvaylar (beis), tütün, tuz, kibrit, Fransız Monopolünün idaresi altında idi. Bütün iptidaî maddeler yabancı acenteler tarafından ithal edilmekte idi.

Türk ailesinin manzarası, bugün hala filmlerde gösterildiği gibiydi: fes giyen veya sarık saran erkekler, peçeli kadınlar, haremler, camiye gitme ve oruç tutma mecburiyeti vardı. Alkollü içki içilmesi yasak idi, bazı Sultanlar günümüzünekolojisini birkaç asır öncesinden sezmişcesine, tütün içmeyi de yasaklamışlardı.

Garplileşmeye müteveccih adımlar atmaya gayret eden bazı aydın Sultanlar olmuş, fakat bu terakkiler, Saray etrafındaki dar bir çevreye mahsur kalmıştır.

Tedrisât sırf dini idi. Hakîkaten laik olan yegâne mektep, istanbul'da İmparatorluk kararnamesiyle 1860'da açılan ve Fransızca tedrisat yapan Galatasaray Lisesi (Mekteb-i Sultanî) idi.

Tabiatıyla bu baskı, Osmanlı orduları tarafından işgal edilmiş olan memleketlere, bazıları millî olan Valiler aracılığı ile tatbik edilmekte idi. Bununla beraber, imparatorluk, her memleketi kendi dilini ve dinini tatbik etmede serbest bırakma müsamaha ve dirayetini göstermiştir. Fakat, Sancaklar dahilinde vuku bulan ayaklanmalar, İmparatorluk Hükümetinin kuvvetlerini ve malî kaynaklarını kurutan devamlı muharebeler, eninde sonunda, zaptedilen toprakların gitgide azalmasına sebep olmuştur.

Birinci Dünya Harbi, Osmanlı İmparatorluğunun inkırazını tamamlamış ve Mustafa Kemal, devamlı reformlarıyla, kendi dönemine kalan bu mirastan, modern, medenî ve laik bir Devlet meydana getirmiştir.

Türkiye'nin, Dünya Harbi sonunda, vaktiyle Osmanlı orduları tarafından zaptedilmiş olan toprakları, hemen hemen tamamını kaybettiği aşikârdır; dolayısıyla da, ilhak edilmiş olan Sancaklardan mütevellit problemleri kalmamıştır. Bununla beraber, o zamandan beri "Misak-ı Millî" adı verilen "Millî Hudutlar" içerisinde önemli sayıda Ermeni ve Kürt vardı. Bunlar, evvelce Sevr muahedesiyle kendilerine vaadedilen topraklara kavuşmaktan ümidi kesmiş olmakla beraber, Türk ordularına taarruz etmekten geri kalmıyorlardı. Halâ günün konusu olmakta devam eden Ermeni katliamı ithamları o devirden kalmadır.

Büyük şehirlerde, imparatorluk rejimi ile birlikte imtiyazlarını kaybetmekten korkan akalliyetler de vardı.

Nihayet, imparatorluk Hükümeti tarafından desteklenen ve -din namına- Mustafa Kemal'in ordularına karşı savaşan silahlı kuvvetler vardı.

1913'te yapılan bir sayıma göre, halihazır Türk toprakları üzerindeki nüfus 15.821.000 idi. Doğum nispeti, bilhassa muharebeler, hastalıklar ve göç hareketleri sebebiyle, % 0,77 idi.

Bu halkın % 80'i su, yol, köprü, okul, hastane ve hattâ en iptidaî sıhhî servislerden mahrum vaziyette, köylerde, kötü şartlar altında yaşamakta idi. Bu köy halkı arasında % 14 sıtmalı, % 9 frengili, % 72 tifolu hasta vardı.

Bu nüfusun sadece % 7'si okur-yazar idi ve bu nispet kadınlarda daha da düşüktü.

Esasen, Osmanlı imparatorluğunda faaliyetine izin verilen ilk matbaanın 1727'de (yani, Gutenberg -1448'den 300 sene sonra) Sait Çelebi adında bir Mason tarafından kurulduğu dikkate alınacak olursa, bu durumun hiçte hayret edilecek bir tarafı kalmaz. Bu durum, daha ziyade, Kur'an'ın tab edilmemesi gerektiğini savunan din adamlarının muhalefetinden ileri gelmiştir.

Arap harflerinin kullanılması, öğretimi daha da güçleştiriyordu.

Ananeleri, dilleri ve dinleri değişik olan halkların birbirine karışmış olması sebebiyle, millî mefkure bilfiil mevcut değildi, dolayısıyla da, her şeyden önce Türk halkını biraraya getirecek olan bir ülkü yaratmak icap ediyordu. Bu ise, şahsında parlayan zafere rağmen, Mustafa Kemal için en zor işlerden biri olmuştur. Bu milliyetçiliğin teşekkülünde bir çok Masonun dahli olduğunu ve millî teşkilât olarak kurulan Türkiye Büyük Locasının buna yabancı kalmadığı söylenir.

Mason Localarının desteğiyle meşrutî bir rejimin teessüsünü başaran İTTİHAT VE TERAKKİ Partisinin, genç cumhuriyetin kurulmasında önemli bir rol oynaması beklenebilirdi. Hiçte öyle olmamıştır! Parlamentoya, sonra da sonuncu Sultanların hükümetlerine katılan İTTİHAT VE TERAKKİ idarecileri arasında husule gelen siyasi görüş ayrılıkları, bölünmelere yol açmıştır. Türkiye'nin Almanların yanında harbe girmesinde, onlar önayak olmuş ve bunun ağır sorumluluğunu taşımışlardır. Harbiye Nazırı Enver Paşa, bir yandan Mustafa Kemal'e, öte yandan Masonluğa insafsızca muhalefette bulunduktan sonra, Rusya'ya kaçmıştır.

Türkiye, Mustafa Kemal'in gelişinde, böyle karanlık bir tablo görünümünde idi. Mustafa Kemal'e ancak birkaç yıl sonra ATATÜRK adı verilmiştir ki bu, memleketi garpteki ilerlemelere intibak ettirmek ve bunu Avrupa Devletlerine böylece kabul ettirmek için, bu büyük devlet adamının, az adette münevver vatanperver şahsiyetlerle birlikte, üstlendiği büyük görevin daha iyi anlaşılması maksadına matuf olmuştur.

Birçok isim zikredecek değilim -zira dinleyicilerim için sıkıcı olabilir- fakat Mustafa Kemal'in etrafında, Türkiye'de yapılan ıslahata ve bilhassa laiklik reformuna müdahil olan bir çok Masonun bulunduğu muhakkaktır.

Atatürk Reformlarının Bariz Hataları Nelerdi?

Memleketi yabancı kuvvetlerin işgalinden kurtaran İstiklâl Savaşı'ndan sonra, Türk halkı kendini artık yabancıların hakimiyeti altında hissetmiyordu. Atatürk, politikasını, "Türkiye'ye özel" olup, demokratik, sosyalist veya totaliter herhangi diğer bir politika ile mukayese edilemez olarak tarif etmiştir, inkılâpları bir sınıf için değil millet için yapmıştır. Bütün sınıfları içine alan Cumhuriyet Halk Partisi'ni kurmuştur. Öte yandan, başka bir siyasi partinin kurulmasını teşvik etmiştir. Bunun üzerine SERBEST FIRKA kurulmuş fakat içerisine laikliğe muhalif ve eski rejime hasret elemanların sızmasıyla dejenere olmuş, hattâ şiddetle bastırılan din müteassıplarının ayaklanmalarına (memleketin doğusunda, Şeyh Sait isyanı) yol açmıştır. Politikanın modernleştirilmesi, an'anevi, ailevî ve etnik dini iktidarın yerini, laik, halkçı ve merkezi bir iktidarın almasıyla sağlanmıştır. Dinci iktidar, ilk önce îslamî kadrolardan kurtarılmış ve yerine, sivil, terakkiperver elemanlarla kuşatılmış koyu halkçı bir birlik getirilmiştir.

Evvela, köy halkının kalkındırılmasına çalışılması, memleket gelirlerinin adilane bir dağıtıma tabi tutulması ve memleketin yabancı istismarından kurtarılması icap etmiştir.

Laikleştirme hareketleri ancak tedrici surette yapılabilmiştir. Millet Meclisi, Halifeliği Sultanın hakimiyetinden ayırmakla işe başlamıştır (1922). Sonuncu Sultan olan Vahdettin bir ingiliz gemisiyle Malta'ya kaçınca, Parlamento, halife unvanını, imparatorluk ailesi üyelerinin en yaşlısı olan Abdülmecit Efendiye vermiştir. Bir kaç ay sonra, 29 Ekim 1923 günü Cumhuriyetin ilanına müteakip, Halifelik lağvedilmiş ve imparatorluk ailesinin son üyeleri de memleketi terketmek zorunda kalmışlardır.

Çok geçmeden, daha başka laikleştirme tedbirleri alınmıştır: Şeriat ve Evkaf Nezaretleri lağvedilmiştir. Medreseler, Maarif Nezaretine bağlı laik mektepler haline getirilmiştir. Bunlar muhalefetsiz olmamış ve yeni kurulmuş olup kurucuları mutedil olan Cumhuriyetçi Terakkiperver Parti"nin içerisine sızan muhafazakâr elemanların tepkisiyle karşılaşmıştır. Evvelce bahsettiğim müteassıplar ayaklanması olmuş ve bu parti kapatılmıştır. Cumhuriyet Halk Partisi ise Parlamentoda tek başına kalmıştır. Bundan faydalanılarak fes, sarık ve peçeyi yasaklayarak Türkiye'yi Garbe yaklaştıracak olan bir kanun çıkarılmıştır.

Reformların önüne bir mania daha çıkmıştır. Dini tarikatlar. Atatürk: "Türkiye şeyhlerin, dervişlerin ve bunlann müritlerinin memleketi değildir" deyince, tarikatlar ve tekkeler kapatılmıştır. Aynı zamanda dini kıyafetlerin mabetler dışında giyilmesi yasaklanmıştır. Gregoryen esasına uygun milâdi (25 Aralık 1925) takvimin yürürlüğe konulması 1925'te kabul edilmiştir.

Asırlardan beri tatbik edilegelen Şer'i Kanunun yerine kaim olmak üzere, isviçre kanununa intibak ettirilen Medeni Kanunun 1926'da kabulü ile laikleşmeye doğru büyük bir adım atılmıştır.

Halkın ve bilhassa gençliğin desteği ile Atatürk, 1937'de (ölümünden bir yıl önce) Anayasa değişikliğini kabul ettirip, "Devletin dini Islâmdır" ibaresini kaldırtmak suretiyle, laikleşme yolundaki son adımı atmıştır.

Nihayet, biraz önce söylediğim gibi, büyük reformlardan biri, Millî Eğitimde olmuştur. Dini mektepler kapatılmış ve yerlerine, Millî Eğitim Bakanlığına modern bir eğitim sistemiyle bağlı laik okullar ikame edilmiştir. Bu öğretim, 1928'de latin alfabesinin kabulü ve cari lisanın arapça terimlerden büyük ölçüde arındırılarak basitleştirilmesi suretiyle sadeleştirilmiştir. Bununla beraber, akalliyetlerin, dernekleri ve mabetleri için olduğu gibi, okullarını da muhafaza etmelerine müsaade edilmiştir. Fransız okulları genellikle din adamları ve Fransızca, uzun süre Türkiye'de konuşulan başlıca yabancı dil olmuştur. Galatasaray Lisesi, din adamlarının idaresindeki yabancı dilde tedrisat yapan okullara bir istisna teşkil etmiştir. Laik olan bu lisenin hocalarından birçoğu Mason idi; bu Kardeşlerden ATLAS Locasına devam eden birkaçını masonik hayatımın başlangıcında tanımak şerefine nail olmuştum.

Atatürk Hükümetinin bu tutumu, laikliğin, o zamanın idarecileri tarafından ne kadar iyi anlaşıldığını ispat etmiştir. O devrin maarifinde, bürokrasisinde, tababetinde ve ordusunda Masonlar vardı. Bununla beraber, Masonluk aleyhtarı propagandalar hiçbir vakit eksik olmamıştır. Masonluğun düşmanı olan cehalet ve taassup her zaman mevcut olmuştur.

Bu hücumlar, 1935'te, Türk Masonluğunun uyutulmasıyla son bulmuştur fakat Türkiye Cumhuriyetinin ilânını takip eden 12 yıl zarfında, Masonlar gayet faal olarak çalışmışlardır.

Tekrar ediyorum, Türkiye Yüksek Şûrası 1861'de kurulmuş, fakat kısa ömürlü olmuştur; buna rağmen tanınmaya devam etmiş ve 1909'da, kendi himayesinde çalışan Remzî Locaların kurulmasıyla canlandırılmıştır. Bu, Masonik intizam kaideleri bakımından elbette ki, gayrîmuntazamlıktır fakat 1909'dan 1935'e kadar en az 65 Locanın kurulmuş olması da bir hakikattir; bunlardan bazıları, o zamana kadar, Fransız, Mısır, ispanyol, italyan yabancı obediyanslara tabi olarak çalışmışlardır. Bu Locaların çoğu istanbul'da faaliyette idi fakat, diğer bazıları Lübnan'da, Mısır'da, Halep'te, Damas'ta, Filistin'de, Yanya'da (Makedonya), Mersin'de, Sivas'ta, izmir'de, Ankara'da, Gaziantep'te, Samsun'da, İzmit'te, Manisa'da, Bursa'da çalışıyordu (halbuki halen Türkiye Büyük Locası sadece 5 vilayette çalışmaktadır)

O devirde Türkiye Büyük Locasının Locaları kimlerden müteşekkil idi? Müteveffa Fikret Çeltikçi Kardeşin kitabına göre, bu Locaları kuran ilk Üstadı Muhteremler Müslüman idi, halbuki 1909'dan önce, hemen her zaman akalliyet mensupları görülüyordu. 1909 ile 1935 tarihleri arasındaki çeşitli vesikalar üzerindeki imzalar da Müslüman Kardeşlerin idi, fakat muhakkak ki, hatırlanacağı üzere, bazıları Türkiye Büyük Locasına iltihak etmezden önce yabancı mercilere ait bulunan localarda, büyük oranda Yahudi, Rum, Ermeni ve Levanten bulunmuştur.

Mustafa Kemal döneminden önce, yani Osmanlı Imparatorluğu'nun son yıllarında, imparatorluğun bir çok sadrazamı ile yüksek dereceli memurları, valiler, ordu ve polis kumandanları, nazırlar ve ittihat ve Terakki Partisi Şeflerinden bir çoğu, Masonluğa tekris edilmişlerdi. Bunlar arasında, bilhassa, şiirleri ve tiyatro piyesleri devamlı surette hürriyete çağrı mahiyetinde olan millî şairimiz Namık Kemal'de vardı. Onun "Vatan ve Silistre" adlı oyunu, tıpkı "Portici'nin La Muette" operasının 1830'da Belçika ihtilâline başlatması gibi, büyük halk tezahüratına yol açmıştır. 1935'e kadar masonluk gayet iyi vaziyette idi. Ankara'da verilen bir Mason Balosunu gözümün önüne getiriyorum. Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, Hariciye Vekili Tevfik Rüştü Aras, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan baloda idiler ve 33. derecenin Büyük Umumi Müfettiş kordonlarını takmışlardı. Millet Meclisi Başkanı General Kâzım Özalp, Mason olan Büyükelçiler ve çeşitli Locaların Görevlileri..., hepsi de masonik takılarını taşıyorlardı.
Burada, çoğunu tanımadığınız bir çok isim zikredilmedi, tabiatıyla sıkıcı olurdu. Fakat şunu bilelim ki, Mustafa Kemal'in ilk Maliye Vekili (ve Türkiye'nin gelmiş geçmiş en büyük maliyecisi), ne yazık ki, uğradığı tezvir dolu ve haksız iftiralar yüzünden hayatı idam sehpasında sona eren Cavit Bey idi. Cavit Bey, 1909 da Osmanlı Yüksek Şûrasının kurucuları arasında bulunmuş ve 1910 da MEŞRUTİYET Locasını kurmuştur (bu Loca, Türkiye Büyük Locasına iltihak etmezden önce ispanyol Obediyansına bağlı idi)

Kemal Atatürk'ün çevresinde bulunanların büyük bir kısmını (ve hattâ yaveri olup, sonradan mebus olan Cevat Abbas da dahil olmak üzere) reform hareketlerine katılan Masonlar teşkil ediyordu.

1921'den 1934'e kadar, Türkiye Büyük Locası, AMİ'nin birçok milletlerarası Kongresine, bu arada, 1923 ve 1924 Brüksel Kongrelerine katılmış ve 1932'de İstanbul'daki 8.Kongrenin ev sahipliğini yapmıştır. 1935'te Locaların kapanışından sonra, Türkiye artık bu toplantılara katılmamış ve esasen, AMI'de, Muntazam Obediyanslar tarafından boykot edilince, önemini büsbütün kaybetmiştir.

Daha 1930'da, o sırada "Türk Yükseltme Cemiyeti" resmî adı altında çalışan Türk Masonluğu üzerinde Halk Fırkasının baskısı görülmüştür. Halk Fırkası, Büyük Locanın başında görmek istediği mensuplarının bir listesini zorla kabul ettirmek istemiştir. Demokratik olmayan bu metod, tabiatıyla ve bilhassa Masonlar tarafından kabul edilemezdi fakat, bütün karşı koymalara rağmen bu liste kabul edilmiş ve bu seçime muhalif olan "NECAT" Locası, Türk Masonluğunun mevcudiyetini korumak maksadıyla, kapanmıştır.

Buna rağmen resmî makamatta, Masonlara karşı gitgide büyüyen bir muhalefet görülmekte idi. Bu muhalefet, dış âmillerden ileri geliyordu; bilhassa Mussolini ve Hitler'in Masonlar aleyhine yaptıkları takibat bunda müessir olmuştu. Fakat aynı zamanda, iç âmiller de vardı ki, bunlar Masonluğun dış menşeili olduğunu ileri süren, Kardeşleridinsizlik ve vatansızlıkla itham eden, kitap, mecmua ve gazetelerin istismar ettikleri alışılagelmiş Masonluk aleyhtarı propagandalar idi. Büyük Üstat Prof. Mim Kemal Öke, tarihe geçen nutkunu irâdettikten sonra, 1932'de istifa etmiştir. Buna rağmen Localar 1935'e kadar faaliyetlerine devam etmişlerdir. Aynı yıl, Dahiliye Vekili Şükrü Kaya, kendisi de Mason olduğu halde, (Devletin laik kültürel teşkilâtı olan) "Halkevleri"nin Masonluğun üzerine düşen bütün vazifeleri yerine getirmekte olduğunu,  dolayısıyla da Masonluğun mevcudiyetine lüzum kalmadığını bildirmek üzere, Masonluğun sorumlu kişilerinden olan Cumhuriyetin muteber şahsiyetlerini ve bu meyanda Devlet Şûrası Başkanını, hattâ Ankara Valisini, Ankara'ya çağırmıştır. Ayrıca, Halk Partisi ve Hükümet de aynı kararı vermiştir. Bunun üzerine, Masonluğun idarecileri Locaları uykuya geçirmeye karar vermişlerdir. Ama Hükümet, göz göre göre bu kararın, Masonlar tarafından serbestçe alındığını ifade etmiştir.

Uyku dönemi 1948'e kadar, yani 13 sene sürmüştür. Masonluğa ait mallar müsadere edilmiş, fakat arşivlerin büyük bir kısmı, toplantılarına gizlice devam eden Kardeşler tarafından muhafaza edilmiştir. Bunu mukabil, Yüksek Şûra kendini bu kararın dışında addetmiş ve muntazaman seçimlerini yapmak ve yabancı memleketlerle temaslarına devam etmek suretiyle, çalışmalarını sürdürmüştür. Bahusus, Washington Ana Yüksek Şûrası arşivlerinde, Locaların tekrar açılmasına müsaade edilmesini rica eden, Hâkim Büyük Amir Cowles tarafından Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşaya 11 Aralık 1935'de yazılmış bir mektup bulunmuştur. Fakat bu mektup gönderilmemiştir.

1946'da, harpten sonra kurulan demokratik rejimin liberal tedbirlerini içeren yeni Cemiyetler Kanunu neşredilmiş ve evvele söylediğimiz gibi, mevcudiyeti devam eden Yüksek Şûraya mensup yüksek dereceli 7 Kardeş "Türk Mason Derneği" adı altında yeni bir cemiyet kurmuşlardır. 1948-1950 yılları arasında, İstanbul, Ankara ve İzmir'de, 1935'te kapatılan Atölyelerin devamı mahiyetinde olan fakat çoğu ad değiştiren 14 Locanın uyandırılmasıyla işe başlanmıştır. Muntazam olmanın esas kaidelerine rağmen, bu Localar yine de Yüksek Şûranın himayesine tevdi edilmiştir.

1935'ten önceki Masonların bir araya getirilmesine çalışılmış ve bir çok tekris yapılmıştır. Maalesef, eskilerle yeni tekris edilenler arasındaki yaş farkı problemler doğurmuştur.

Tekris edilenler arasında birçok profesör, aydın kişi, hakim, gazeteci, aktör görülmüştür. Muhit müsait olmuş ve bilhassa Ankara'da yüksek memurlar vepolitikacılar Masonların safına katılmışlardır. Önceleri liberal temayüllü olan ve tedricen muhafazakar sağa doğru meyleden yeni Demokrat Partinin milletvekilleri, bakanları ve sefirleri arasında bir çok Mason vardı. Bununla beraber, Locada dini ve siyasi mübaheseleri yasaklayan Landmarkların sıkı sıkıya tatbikine devam edilmiştir.

Türkiye Büyük Locasının kısa zamanda, Fransızca, Almanca, İngilizce ve Rumca olarak çalışan Locaları olmuştur. Halen Ermenice olarak çalışan Loca yoktur. Türkiye Büyük Locasında hiçbir zaman  Ermenice olarak çalışan Loca bulunamamıştır.

Demokrat Parti 1950'de iktidara gelmiştir. Celâl Bayar Cumhurbaşkanı, Adnan Menderes Başbakan olmuştur, İsmet İnönü'nün C. H. Partisi muhalefete geçmiştir. İktisadi politikanın aşırı bir liberasyona götürülüşü, neticede memleketin bütün kaynaklarını kurutmuş ve fiyatların dayanılmaz derecede yükselişi, halk arasında muhalefetin artmasına yok açmıştır. İdareciler baskı tedbirleri almışlar ve muhalif partiler birliğine karşı bir "Halk Cephesi" kurmuşlardır. Bu ise memleketi iki kampa ayırmış ve neticede ordu, 27 Mayıs 1960 günü, bir sivil harbi önlemek maksadıyla, müdahalede bulunmuştur. Askerler tarafından bir Millî Birlik Komitesi kurulmuş ve eski idareciler tevkif edilmiştir (Adnan Menderes dahil, 3 idam) Bunlar arasında Masonlar vardı, fakat subaylar arasında da Masonlar vardı. Bu Komite, siyasi partilerle hiçbir ilişkisi olmayan kişilerden oluşan ve yani bir Anayasa kaleme almakla görevlendirilen sivil bir hükümet kurmuştur. Aynı zamanda bir de Meşrutî Parlamento teşkil edilmiştir. Birçok mason hukuk profesörünün dahil bulunduğu bu Parlamento Türkiye'de ilk defa olmak üzere bu Anayasayı referanduma vazetmiştir. Bu yeni Anayasa'da bir Mebusan Meclisi, bir Senato, bir Anayasa Mahkemesi, hakimlerin istiklâli ve millî gelirlerin adilâne dağıtımı yoluyla sosyal adaleti tesis etmek üzere bir de Planlama Teşkilâtı öngörülmüştür. Hemen söyleyelim ki, bütün bu teşekküllerin içerisinde Masonlar vardı.

İnönü'nün Cumhuriyet Halk Partisi kendini "ortanın solunda" ilan etmiş ve sağ eğilimli birçok siyasi partinin kurulmakta olduğu görülmüştür ki, bunlardan bazıları ve bilhassa laikliğe muhalif olan Millî Nizam Partisi, Anayasaya aykırılıkları dolayısıyla, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılmıştır.

1961'den 1965 seçimlerine kadar Türkiye, "Koalisyon Hükümetleri" tarafından idare edilmiştir.

1965'te, "Adalet Partisi" tek başına iktidar olmuştur. Partinin başında kuvvetli iki lider vardı. Süleyman Demirel ve Saadettin Bilgiç. Süleyman Demirel Mason ve liberaldir. Saadettin Bilgiç Partinin muhafazakâr kanadını temsil etmiştir. Demirel'in masonluğu açıkça tenkit ediliyordu, bu da parti başkanlığına seçilme şansını azaltıyordu. İşte, isminin Localar matrikülünde kayıtlı olmadığına dair Büyük Loca tarafından verilen mektup meselesi o ana rastlar. Bu mektubun yarattığı ve Türk Masonluğunun bölünmesine müncer olan, kargaşadan dün bahsetmiştim. Bu konuya bugün avdet etmeyeceğim.

O yıllar, Türk Franmasonluğu için nispeten lehte olmuştur. İdarenin hemen bütün yüksek mevkilerinde, memuriyetlerde, bankalarda, sınaî ve ticarî işletmelerde ve bilhassa üniversitelerde Masonlar vardı. Mason Locaları, İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerde, valileri, vekilleri, milletvekillerini, akademi erkanını buluşturuyordu. Artık laiklik münakaşası yapılmıyordu.

Fakat 1968'de, Avrupa'da yaygınlaşan üniversite hareketleri, Türk gençlerini etkilemekte gecikmemiştir. Süratle siyasi bir hâl alan gösteriler yapılmış ve gençliğin sol ve sağ olmak üzere iki kampa bölündüğü müşahede edilmiştir. Kendilerini "milliyetçi" telakki eden fakat aslında, ("Judeo-plutocrate" deyiminin sık sık tekrarlandığı) açıkça faşist olan aşırı sağın siyasi mitinglerinde Masonluğa yöneltilen acı hücumları bizzat işitmişimdir. Cuma namazında Masonlar aleyhine vaaz veren bir hocayı da dinlemiştim;

Ona göre bizler, tabiatıyla dinsizler, tanrısızlar, din düşmanları idik. Memlekette karışıklık devam etmiş ve ordu kumandanlarının yeniden müdahale etmeleri gerekmiştir. Bu defa (12 Mart 1971'de) Hükümet Darbesi olmamış ama; Hükümet, yerini bir takım tarafsız (partiler üstü) ve fakat ordunun kuvvetli tesiri altında kalan hükümetlere terketmiştir. Dahili hürriyetlerin kısıtlanması ve bilhassa büyük şehirlerde ilân olunan hükümet darbesi ile birlikte, Masonların rolü azalmıştır. Aşırı uçlardaki iki parti (soldaki Türkiye İşçi Partisi ve sağdaki Millî Nizam Partisi) kapatılmıştır.

"Masonların Sırrı", "Türk Masonlarının Adları" gibi ilgi çekici başlıklarla tirajlarıarttırmayı hedef tutan bazı kitap, mecmua ve gazeteler vasıtasıyla yapılan hücumlara rağmen, Masonlara dokunulmamıştır. Bana da iyi bir yer verilmişti ama, "yüksek dereceli" olarak vasıflandırılıyordum, oysa ki, mütevaziyane 14. derecede idim.

1973'te, mutlak ekseriyetle olmamakla beraber, Cumhuriyet Halk Partisi seçimleri kazanmış ve temelden aşırı sağcı olan yeni bir parti (Millî Selâmet Partisi) ile koalisyon yapma durumunda kalmıştır. 1974 ise, vatandaşımızın hayatını kurtaran ve fakat Türkiye'yi berbat bir ambargo ile tecrit eden, Kıbrıs'ın kısmen işgali senesidir.

Koalisyon, taraflar arasındaki derin görüş ayrılıkları dolayısıyla, uzun sürmemiştir. îki yıl iktidarda kalan sağ ve aşırı sağ partileri bir araya getiren bir "Halk Cephesi"nin teşekkül ettiği görülmüştür. Demirel'in aşırı sağcılara büyük tavizlerverme durumunda kaldığı, dini okulların çoğaldığı ve bu okullar mezunlarının her tarafa sızmaya başladığı müşahede edilmiştir. Sol, harici kuvvetler tarafından destekleniyor (esasen sağ da öyle idi), her gün suikastler oluyor, müteassıp grupların silahlı saldırıları ve bombalamalar devam ediyordu; 13 ilde örfî idare ilan edilmişti ve memleket bir iç savaşın eşiğinde bulunuyordu. Bu manzara karşısında Devlet güçsüz kalmış ve 12 Eylül 1980 tarihinde ordu, bu defa fiilî olarak müdahale etmiş, Genel Kurmay Başkanı ile muhtelif askerî kuvvetlerin komutanları, memleketin idaresini ele almışlardır. Siyasi partiler ve bütün dernekler kapatılmıştır. Partilerin başkanlarıile bazî siyaset adamları ve sendikacılar tevkif edilmiştir. Necmettin Erbakan ve Alparslan Türkeş mahkeme huzuruna çıkarılmıştır. Amiral Bülent Ulusu Başkanlığında, tarafsız bir hükümet kurulmuş ve şimdiki Cumhurbaşkanı Özal, memleket iktisadiyatını düzeltme göreviyle başkan yardımcılığına getirilmiştir.

Askeri müdahalenin tesiri hemen kendini göstermiş ve suikastler görülecek derecede azalmıştır. Yeni bir danışma meclisi, yeni bir anayasa hazırlanmıştır. Bu Anayasa, 1982'de yapılan referandumda, % 91,2 lehte oy ile kabul edilmiştir. Eski siyasi partiler kapatılmış ve başkanlarının politika yapmaları 10 yıl süre ile yasaklanmıştır. 1983'te eski partilerin devamı olarak fakat başka isimler altında yeni partiler kurulmuştur. Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi, seçimleri kazandığı 1983 yılından beri tek başına iktidarda bulunmaktadır. Gerçek bir iktisadi kalkınma olmuş fakat, aşırı bir serbestinin sebep olduğu muazzam enflasyon ve fiyat artışları, orta tabakayı ezmek, buna mukabil çok varlıklı bir tabaka yaratmak suretiyle bu iki tabaka arasındaki uçurumu gitgide derinleştirmiştir.

Parlamento manevraları, Turgut Özal'ı (seçmenlerini muhafaza edebilmesi için) gittikçe büyüyen tavizler vermeye zorlamış ve ne yazıktır ki bundan zarar gören (Hükümetin aksini iddia etmesine rağmen) laiklik olmuştur. Bakanlardan önemli bir kısmının dahil bulunduğu dini tarikatlar artan bir etkinlik kazanmışlardır. Hattâ Atatürk reformlarına karşı olduklarını söyleyerek, hilafetin ve şer'i kanunun yeniden getirilmesini açıkça isteyenler görülmüştür. Birkaç yıl önce böyle birşey düşünülemezdi bile.

10.000 kadar Türk Masonu, koyu müteassıpların bu feveranı karşısında ne yapabilirdi? Pek tabii olarak solcular sessiz kalmıyordu ve ne yazık ki, suikastlerin, siyasi katillerin, büyük ganimetler getiren banka ve kuyumcu soygunlarının yeniden başladığı görülüyordu.

Körfez krizi, Hükümete bir oyalama yapma imkânı vermiş, fakat buna rağmen, halkın memnuniyetsizliği öylesine artmış ki, grevler bir çok sektöre yayılmış ve (kanunen yasak olduğu halde) yılbaşından sonrası için genel grev ilan edilmiştir (bu hususlar 31 Aralık 1990'da kaleme alınmıştır)

Teşkilât olarak Türk Masonlugunun niçin hep gölgede kaldığı bana sorulmaktadır. Bilhassa Fransa'da, Masonluk, halkı aydınlatmak ve kendini tanıtmak için, muntazaman media'ları kullanmaktadır. Şahsen ben, dışa açılmanın aleyhinde olanlardanım. Söylenenbir söz, yayınlanan her cümle, muhaliflerimizin eline yeni silahlar verecektir ve göstereceğimiz deliller karşısında muhaliflerimizin kulakları tıkalı kalacağından, girişmek zorunda kalacağımız polemikten galip çıkmamız mümkün olmayacaktır. Her zaman meşhur SIR'larımızın arkasına gizlenmekte olduğumuzu iddia edeceklerdir. Sizi terhin ederim ki böyle sırlarımız yoktur... En azından hiç kimse tarafından ifşa edilemez, aşkta ne hissettiğinizi söyleyebilir misiniz ya da ifade edebilir misiniz?

Masonluk aleyhtarlığının tarihi, Obediyansların o sırada başında bulunan sorumluların yaptıkları beceriksiz beyanların tahrik ettiği saldırı örnekleriyle doludur. Henüz olgunlaşmamış bir memlekette büyük halk kitlesine hitabetmek boşunadır ve ancak söylenebilecek şey şudur "Dinlemek istemeyenlerden beter sağır olamaz".

Bazı istisnalar olmuştur. Büyük Üstadımızın bazı ciddi mevkutelerle yaptığı mülakat, Hakim Büyük Amirimizin (Hukuk Profesörü sıfatıyla) televizyonda bir ilahiyat fakültesi akademisyeni ile laiklik konusunda yaptığı mübahase, tarafsız gazeteler tarafından Masonluk lehine yapılan bazı neşriyat ama hepsi bu kadar... ve bunlar, bize karşı yapılan saldırılarla mukayese edilirse, hiç mesabesinde kalır.

Bununla beraber, Masonların her türlü Hürriyet ile Adalet ve Hakikat için mücadelelerini devam ettirmelerine herhangi bir mani yoktur.

Biz, bir Mesih beklemiyoruz, fakat Akıl ve Hikmetin, er geç bütün insanları aydınlatacağını ve hepsinin insanlığın "Ülkü Mabedi" dediğimiz o kardeşlikte birleşeceklerini ümit ediyoruz.


33° Mason Mehmet Fuat Akev
30 Mayıs 1991
Brüksel


Bu yazı ; Bornocu Ersan Tarafından yazılmış olup, , , kategorisine eklenmiştir. Bu ve buna benzer yazıları RSS 2.0 . ile takip edebilir, ve eğer istersende bu yazıya 1 yorumda sen yapabilirsin!

0 yorum for " Türk Toplumunda Masonluğun Rolü "

Cevap Bırakın

Amerika ve Masonluk İlişkisi

Paralel Yapı'nın Kökeni

İslam Düşüncesi içerisinde siyaset her zaman bulunmakla birlikte “Modern Siyasal İslam Düşüncesi” 19.Yüzyılın...

Bir "Tüccar Terzi" Olarak IŞİD

Yukarıda da vurgulandığı gibi, IŞİD'i anlamak için yapılan değerlendirmelerde en sık düşülen yanlışlardan bir...

ÇOBANLAR VE KOYUNLAR

Yalnızca Türkiye’de değil dünyanın birçok ülkesindeki insanların giderek “koyunlaştığı”na ilişkin ciddiyet at...

Beyonce illuminatiye üye mi?

  Daha önce bu konuda sorulan sorulara cevap vermemeyi tercih eden 32 yaşındaki şarkıcı, içini yakı...

SCİENTOLOGY TARİKATI

Farklı bir tarikatı tanıtacak bu sefer Bu yapının düşüncesi çok saçma ama nasıl inanıyorlar insanlar anl...

Reklam

Please wait 10 seconds...
Close