Sevgili Kardeşlerim,
Dergimizde gezi yazılarının yer almasını kendi aramızda hep konuştuk. Konuştuk ama ilk gezi yazısını ben yazmak istemezdim. Neyse, hem bu tür bir başlangıcı yapmak, hem de sizlere seslenme zevkini tekrar yaşama adına, Afrika'da yaşadığım günlerden bir kesiti sizlerle paylaşmak istiyorum. Sürç-ü lisan edersem lütfen beni affedin.
Aslında bu tümüyle bir masonik gezi olarak gelişti ve bir likör yapma sevdası ile başladı. Sanırım likörle Afrika gezisinin ne alakası var diyeceksiniz, en iyisi baştan alıp anlatayım. Umarım sizi sıkmadan yazımı tamamlarım, keçiboynuzu tadında da olsa, bir hoşluk sağlarım.
Bir kardeşimizin Sonsuz Doğu'ya göç ettiği haberi sonrası, ona karşı son görevimizi yapmak için kardeşlerle bir arada toplandığımız gün tanıştım Artun Kazancı kardeşimle. O gün çok yoğun bir kar yağışı vardı. Görevimiz sonrasında sıcak bir şeyler içmek ve biraz sohbet etmek için bir kafeteryaya sığındık. Yeni tanışıklık bizi konudan konuya sürüklerken konuşmamız günlük yaşam sorunları, İstanbul'un kalabalık hali, eski İstanbul ve sonunda da İstanbul adetlerine geldi. Kahvemizi yudumlarken ev ziyaretlerinde kahve ile birlikte sunulan likörü konuştuk, önceden kararlaştırmışçasına! Evde likör yapma üzerine devam eden sohbet sırasında Artun kardeşimin annesine likör tarifini sormasını ve bana iletmesini rica ettim. Artun kardeşimin kısa bir süre içinde verdiği tarif sonrası, denemeye değer bir uğraş için gerekenleri toplamaya başlamıştım.
Neyse detayları bir yana bırakarak Afrika gezisini anlatmaya başlamak istiyorum. Bir akşam karındaşımla birlikte eşli akşam yemeği yerken telefonum çaldı. Arayan Hindistan Büyük Locası Büyük Görevlilerinden Sunil kardeşimdi. Aramızdaki saat farkını dikkate alırsak sabaha karşı bir saatte arıyordu beni Yeni Delhi'den. Bir iki hal hatır sorusundan sonra "likör" dedi Sunil kardeşim direkt olarak. Açıklamam gerekecek ki, en son İstanbul'a geldiğinde bir süre bizde kaldığı ve ekmeğimizi-tuzumuzu paylaştığımız beraberliğimizde ona yaptığım likörlerden ikram etmiştim hep. O Türk kahvesi ile ev yapımı likör içen bir Hintliydi artık. Eve dönüş yolunda, Sunil kardeşimizin çantasına koyduğumuz likörler, hem ona hem de ailesine bizleri hatırlatacaktı tabii ki! Öyle de oldu!
Neyse söylediğim gibi, Sunil Kardeşim likörümü içerken bizi hatırlamıştı. Ama bir beklenmedik şey vardı o da yanındaki Hans kardeşimizdi. Hiç denenmemiş meyvelerin likörünü yapma hevesim sonrasında ortaya çıkan karışımı içen ve beğenen Hans kardeşimiz benimle konuşmak istemişti. Yaptıkları güzel sohbette, belki de "ne olacak bu Hindistan'ın hali" dediklerinde beni aramak istemişlerdi! Hans kardeşimiz telefonda da olsa benimle tanışmak istemişti. Hans aslen İsviçreli idi, Almanya'da büyümüştü. Ülkemizi iyi bildiğini ve sık sık geldiğini fark ettim kısa konuşmamızda. Bir süre sonra eve dönerken İstanbul'a uğrayacağını söylediğinde gel dedim, misafirimiz ol dedim. Sonrasında da karşılıklı olarak birbirimize iyi dileklerimizi sunduk ve konuşmayı tamamladık. Ben likörü, Hindistan anılarımı ve Sunil kardeşimle yaşanan güzel günleri karındaşıma ve hemşireme anlatırken, sanıyorum ki onlar da İstanbul'dan ve bizden bahsediyorlardı.
Aradan bir süre geçti ve Hans kardeşimiz geldi. Bu arada söylemeyi unuttum, Hans Kardeşimiz Nijerya'da yaşayan sıra dışı Afrika sevdalılarından biri. Aslında, dünyanın her yerini bilen uzun yol kaptanıymış. Yaşamındaki çalkantılar ve arayış sonucu Nijerya'ya yerleşmiş, kendi ifadesi ile gemisi karaya oturmuş! Tedavi için Hindistan'a gitmişti ve uzunca bir süre kalmıştı. Sunil kardeşimle ile tesadüfen tanışmıştı. Bu arada Afrika ülkelerinden Hindistan'a ciddi bir rağbet olduğunu ve insanların tedavi için bu uzak kıtayı tercih ettiğini ondan öğrendim. Nijerya şartlarında tedavi görmeyi istememişti!
Hans kardeşimiz bir gece de olsa İstanbul'da kalıyordu ve çalışmalarımıza katılmak istiyordu. Kendisini Beyoğlu'na getirdiğimde etrafı çok iyi bildiğini fark ettim. Beyoğlu ona kebap lezzetini, rakıyı ve zeytinyağlı dolmayı hatırlatmıştı. Bir ara buraya çok sık gelmiş ve her geldiğinde Nur-u Ziya sokağında çalışan kardeşleri ziyaret etmişti. Bizim binaya geldiğinde şaşkındı, daha önce bilmediği bir ayrımın farkında varıyordu belki de! Kapıdan içeri girdiğinde beyaz gömlekli idi ama taşıdığı özel çanta içinde giyim aksesuarları ve -sanırım- dedesinin dedesine ait 100 yıllık önlüğü taşıyordu. Kısmet Sn. Akasya Locası'na idi. Tabii ki, Sn. Akasya Locası Saygıdeğer Üstadı ziyaretimizden önceden haberdar idi.
Çalışmaya katıldık, sonrasında da kardeş sofrasına çıktık. Hans kardeşimiz izlediği aydınlanma töreninden etkilenmişti, kendisine gösterilen ilgiden mutlu idi. Kardeş sofrasında yaptığı konuşmasında düzenimizden etkilendiğini ve bundan sonra İstanbul'a geldiğinde direk olarak bizim binamıza geleceğini söylüyordu.
Kendisini Akasyalı bir kardeşle gece otele bıraktığımızda memnundu, en kısa zamanda tekrar görüşmek istediğini söylüyordu. Vedalaştık!
Masonik gezimizin başlangıç tarafını sizlere anlatmaya çalıştım. Bunları yazmasaydım olayın ilginçliğini sizlere anlatamazdım. Yavaş yavaş Afrika gezisine doğru geliyorum, lütfen biraz daha sabredin.
Geçen sene Mayıs ayı içinde çıkartabildiğimiz dergimizin çalışmaları sırasında Sunil kardeş aradı ve Hans kardeşimizin bizleri Nijerya'ya davet ettiğini söyledi. Kısa bir düşünme sonrasında peki dedim ve Haziran ayı sonu olarak zamanı belirledik. Kısacası bileti aldık, yazıştık, hazırlandık.
Gün geldi, Sunil kardeş Yeşilköy'e indi. Bir gün sonrasında tekrar Yeşilköy'deydik ve hedefte Nijerya vardı. Uçakta giderken yolculuğumuzun üzerine oturduğu güzellikleri konuşuyorduk. Batı Afrika bizi bekliyordu ama neyin beklediği belli değildi! Açık söyleyeyim, hem heyecanlı hem de tedirgindik!
Bilmeyen kardeşlerimin bu coğrafyalara gitmeleri gerektiğinde, sorup soruşturmalarını öneririm...
Zor şartlar havaalanına indiğimizde üzerimize sinmişti sanki. Bunun ne demek olduğunu, kardeşlerime bilen bilir demekle yetineceğim. Tedirginlik halimizi uçağın kapısına dayanan körük önünde bekleyen ve daha sonra Saygıdeğer Üstat olduğunu öğrendiğimiz kardeşimiz sildi süpürdü. Saygıdeğer Üstad Kardeşimiz havaalanı özel güvenlik çalışanlarından idi ve bizden uzak durmaya gayret ediyordu. Nedenini sonradan öğrendiğimiz bu davranışı bize zarar vermemek içindi. Yerine göre bizi uzaktan izliyor, yerine göre pasaportlarımızı alıyor, gereken işlemleri kendi yapıyordu. Sebebi farklı kuvvetler, farklı güçler daha doğrusu kuvvetler ayrılığının ilk girişte yansıması idi. Bu konuyu boş verin, es geçiyorum. Bir sürü farklı geçişten geçtik, salona girdik. Hans kardeşimiz ve Nijeryalı kardeşlerimiz bizi bekliyordu. Son derece samimi karşılama sonrası bütün tedirginliğimiz kaybolmuştu sanki. Kırk yıllık dostlar gibi kucaklaşmıştık Nijeryalı kardeşlerle.
Arabalara atladık ve otelimize gittik. İstanbul'dan taşıdığımız rakı ve çerezler eşliğinde sabahın ilk saatlerine kadar sohbet ettik, hiç oluşmamış olsa da hasret giderdik!
Nijerya'da anladığım kadarı ile 3 obediyans var ve her birinin üyeleri diğerlerinin çalışmalarına katılabiliyor. Nijerya'da da farklı dinlere inanan, farklı kabilelerden gelme kardeşler ülkü mabedi yapımında aynı potada eriyor. Büyük loca içinde farklı ritlerde de çalışmalar yapılıyor, Nijeryalı kardeşler çalışmalarını paylaşım içinde sürdürüyor. Afrika'da genellikle localar ayda bir kez toplanıyor. Bu nedenle nerede bir çalışma varsa o locaya akın yaşanıyormuş. Bulunduğumuz süre içinde Nijerya'da toplantılara katılamadığım ve detayları konusunda fazla bilgim olmadığı için masonik çalışmaları teğet geçiyorum, bireysel araştırmalarınıza bırakıyorum. Nijerya'daki masonik hayatla ilgili olarak yazdıklarım duyduklarımdan ibaret, yaşanmışlıkla toplanmış değil!
Hans kardeşin çalışma ortamında geçirdik birkaç günü. Onunla birlikte dışarı çıkıyor, onunla birlikte geziyorduk etrafı. Bu arada Hans kardeşimiz bir ayı aşan bir süredir arabasının triptik işlemlerini halletmeye çalışıyormuş. Bürokratik işlemlerin çok zor yürüdüğü bu ülkede uzunca bir süredir verdiği uğraşın sonucunu almıştı Hans Kardeşimiz. Yeni rotamız Gana idi ve farklı ülkelerde çalışan 3 kardeş, karayolu ile maceralı bir yolculuğa çıkacaktı. Gana Büyük Locası'nda çalışan kardeşlerin de haberi vardı ve bizi bekliyorlardı.
Sabah erken kalktık, yola çıktık. Havaalanında fark ettiğimiz farklı güçler yolda sık sık durduruyordu bizi. Gümrük, narkotik, polis, jandarma, maliye ve bilmediğim bir sürü farklı oluşum periyodik olarak yolları kontrol altında tutuyordu. Sunil kardeşim ve ben gruplara ait kişileri giysilerinden, renklerinden anlamaya çalışıyorduk. Yarı Afrikalı sayılabilecek kadar günlük yaşama hakim Hans kardeşimizin bizleri kontrollerden nasıl sıyırdığını görüyorduk birbiri ardına.
İlk sınır Benin sınırı idi. Sınırı geçmemiz tam 4 saat sürdü. Bir ara hiç içeri giremeyeceğiz sandım. Onlarca kişi pasaportumuzu aldı ve farklı defterlere bilgileri kopyaladı. Peşi sıra yapılan bu işlemlerden sonra istenenlerin bu uğraşa karşılık olduğu belli idi (!) Sonradan fark ettik ki, sınırlarda yolculardan pasaportlarını isteyenlerin ve bir yerlere bir şeyler yazanların büyük bir kısmı görevli değildi. Sadece görevli gibi davranıyorlar, yazıyorlar ve tabii ki (!) istiyorlardı.
Afrika'da şartlardan tedirgin olsanız, hatta korksanız bile bunu dışa vurmamalısınız. Unutmayın, -ne yazık ki- korkmayan bir beyaz korkulma sebebidir. Bunu gerektiği yerlerde denedik, uyguladık, sonuç aldık.
İlk sınırı uzunca bir zaman sonrasında da olsa geçmek, Benin'e girmek bizi mutlu etmişti. Fransız bölgesine geçtiğimizi francala ekmeklerde belli ediyordu. Mükemmel kokulu ince uzun francala ekmek kokusuna dayanamamış, her birimiz koskoca birer ekmeği ayaküstü mideye indirmiştik..
Yol uzundu ve sahil şeridinden yaptığımız seyahatte sırada Togo vardı. Okyanus kıyısındaki palmiyeler yol ile kumsal arasında derin bir şerit oluşturuyordu. Bomboş kumsallar bana betonla doldurduğumuz güzellikleri hatırlattı nedense. Ara sıra balıkçı köylerinden geçiyor, bir sürü insanın sahilde büyükçe bir teknenin başında beklediğine, bir şeyler yaptıklarına tanık oluyorduk uzaktan. Durmayı, yüzmeyi, kumsalda yürümeyi çok istedim ama, Afrika kurallara uymamayı affetmezdi. Yolculuk kuralımız güvenliği elden bırakmamak, birbirimizden ayrılmamak ve iç bölgelere girmemekti. Belki bir daha aynı şeyleri yaşama şansı yakalayamayacak olsam da, kurallara uymalıydım, uymalıydık.
Toga ve Benin cetvelle ayrılmış ülkelerden. Ne insanları, ne doğası, ne de yaşamı ve özellikleri farklı. Afrika'nın Fransa kültürü içinde yaşayan ülkelerinde aynı para birimi kullanılıyor, aşağı yukarı aynı satın alma gücünü koruyor. Bu ülkelerdeki asayiş nispeten iyi ve yabancıları çevre şartları rahatsız etmiyor.
Olağanüstü güzelliklerle dolu doğa, yolculuğumuzda bize eşlik ediyordu adım adım. Togo ve Benin'in sınır bölgelerinde görülen sefalet görüntüleri, ülke içlerinde gözüme çarpmadı. Kendisi ile barışık yerel halk tarlada iş başında ya da hayvanlarının peşinde idi. Gözüme çarpan insanlar hep bir şeyler yapıyor, bir şeyler taşıyor, kısacası -yavaş hareketlerle de olsa- durmaksızın çalışıyordu.
Gana sınırına geldiğimizde hava kararmak üzere idi. Kısa sayılamayacak bir bekleme sonrası Gana'ya girdik ve başkent Accra'ya doğru yola koyulduk. Araba ile seyahat etmek nerede ise bizi kilitlemişti. Sınırdan kimseye bir şey sormadan ve istemeden gelen geçen insanları gördükçe, bir köşede bir şeyleri beklemenin sıkıntısını yaşıyorduk.
Uzunca bir süre İngiltere sömürgesi olan Gana, Batı Afrika içinde önemli bir yere sahip ve lider konumda. Sınırı geçmiş ve futbolun, dansın, eğlencenin ve sosyal çelişkilerin ülkesindeydik. 250 km'lik yol çok uzun zamanımızı aldı. Afrika yollarının usta şoförü olan kardeşimiz zorlansa da emin yol aldırıyordu arabamıza ıssız bölgelerde. Accra'nın ışıklı merkezine girdiğimizde saat çok geç olmuştu. Ona rağmen müzik sesleri eğlence hayatının sabaha kadar yaşandığını belli ediyor gibiydi. Otelimiz hazırdı, odamız bizi bekliyordu. Lübnanlıların, Hintlilerin ve Arapların ticarette önemli bir yer tuttuğu yerdi burası ve otelimiz yabancı doluydu. Ona rağmen Türk lafı çok işittikleri bir şey değildi herhalde. Bana olan tepkilerinden edindiğim izlenim hep bu oldu.
Ertesi sabah kahvaltıda Afrika şartlarında son derece modern denilebilecek bir ortamda kahvaltı ederken pencereden Gana halkını gözlemledim. Koşuşturma içinde değildi kimse. Afrika insanının kendine özgü sakinliği fazlası ile hissediliyordu sokaklarda. Bizim geldiğimizi bilen kardeşlerden biri geldi ve bizi ziyaret etti. Üst düzey bir polis memuru olduğu belli idi. Aynı günün akşamı için sözleştik!
Akşam olduğunda hazırlanırken hepimizi farklı bir heyecan sarmıştı. Üç farklı coğrafyanın insanı olarak aynı locada misafir olacaktık. Neyse uzatmayayım, akşam oldu ve bizi otelden aldılar. Accra merkezinde yer alan ünlü stadyumun arkasında 1800'lü yıllarda yapılmış eski bir İngiliz yapısı idi toplanacağımız yer. Bahçesi o kadar büyüktü ki, park etmiş bir sürü arabanın varlığı bile hissedilmiyordu. Sadece bir locanın toplanabileceği bu mütevazı yerde, girişte bekleniyorduk. Heyecanlıydık. Bir şey fark ettim ki, onlar da en az bizim kadar heyecanlı idi. Koşuşan, etrafı düzenlemeye çalışan kardeşler düşük yoğunluklu bir panik yaşıyordu sanki! Şaşkındım, acaba hiç konuk mu gelmiyordu? Yoksa bizleri çok mu önemsemişlerdi? Bu sorunun cevabını öğrenmek için beklemek gerekiyordu, öyle de yaptım!
İçeri girdik ve ikram edilen soğuk bir kadeh beyaz şarabı afiyetle içtik. Bizim muhafazakâr dediğimiz türün en koyu uygulayıcıları hatta savunucuları idi. Ama benim için, üyesi olduğumuz liberal/özgürlükçü Masonluk için fark eden bir şey yoktu. Herkesin inanışına saygı duymak, fikrini dinlemek olsa olsa bana haz verirdi. Üstatlarımızdan bunu az mı duymuştum! Üstelik bu güzel tecrübeyi yaşamalı ve tecrübelerim arasına almalıydım. Farklılıkların farkında olmaya çalıştım, yaptım da!
İçeri girdik ve etrafı incelemeye başladık. Kutsal kitap başköşede idi ve Ganalı kardeşler çakı gibi hazırdı. Müzik üstadının önünde bir org vardı ve hazırlıklarını basit eksersizlerle yapıyordu. Az kişiden oluşan loca üyeleri sürekli olarak Saygıdeğer üstada bir şeyler soruyor, sık sık varlığımızı bile tümüyle unutuyorlardı.
Çalışma açıldı, dini bir töreni andıran uygulama başladı. Her sözün arkasından nerede ise ilahiler söyleniyordu. Eşlik eden org sanki bir Pazar Ayini'nde olduğumu düşündürüyordu bana. Çalışma başlamış olsa da tüm kardeşlerin bekleyişi sürüyordu. Ta ki kapıya düzenli bir şekilde vuruluncaya kadar! İçeri giren kişi, eski saygıdeğer üstatlardan biri, bir başka unvanı ile Accra emniyet müdürü idi. Uzunca bir süredir toplantılara gelemiyordu, ortada çift taraflı bir özlem vardı. Belki harici yaşamda sık görüşüyorlardı ama loca özlemi ayrı idi! Sonradan fark ettim ki, locadaki tüm kardeşler polisti. Hatta tümü, evet tümü çok üst düzey polisti. İnsanlara yardım etmenin, onların en zor zamanlarında yanlarında olmanın eğitimini -belki de- burada alıyorlardı. Hem kendileri hem de Accralılar için oluşturmaya çalıştıkları güzellikleri, kurmaya gayret ettikleri ülkü mabedini oluşturmaya çalışıyorlardı! Emniyet müdürü kardeşimiz işlerinin yoğunluğunu bir yana bırakmış ve bizleri görmeye, hoş geldiniz demeye gelmişti. Bu hoşluk bana, kitaplarda okuduğumuz şeyleri, yıllar öncesinde İstanbul'da yaşanan benzer güzellikleri hatırlattı. Okuduklarım, duyduklarım gözümün önünde canlanmaya başladı. Gündüzün işinin başında olan İstanbul Belediye Başkanı, Valisi olan kardeşlerimiz akşam verdikleri sunular ile kardeşlerini aydınlatmışlardı bir zamanlar. Tarihimiz ülkesine fikirleri ve icraatları ile katkıda bulunmaya çalışan üst düzey bürokratlarla dolu idi. İçindeki insan sevgisini açığa çıkarmaya çalışacak polis kardeşlerimizin varlığının ne kadar iyi olacağını düşünmedim desem yalan olmaz!
O günün sunusu Aralık ayında yapılması kararlaştırılan konsekrasyon töreni idi. Şaşkınlığım sürüyordu. Yapılan hazırlıklar, uygulanacak ritüeller ve gelecek konuklar hakkında detaylı bir sunu verildi. Sunuyu veren kardeşimiz sabah bizi görmeye gelen ve akşamın organizasyonunu yapan kardeşimizdi. Ben bu sunu ile tekrar kitaplardan okuduğum geçmişimize döndüm. Konsekrasyonu bağımsızlığımızı zora sokacak bir uygulama olarak gören ve bu düşünceyi açığa vuran obediyansımızın kurucu kardeşlerini dinledim sanki! Gana Büyük Locası'na bağlı bu az üyeli loca çalışmaları ile sanki bana 1965 yıllarını yaşatıyordu. Acaba Orhan Hançerlioğlu üstadımız bugün burada olsa ne derdi? Aklıma kalkıp konsekrasyon hakkında konuşmak gibi bir fantezi geldi, geldiği gibi de gitti!
İngiltere Birleşik Büyük Locası ile yıllar süren yazışmalar -onlar adına- sonuç vermişti. Yapılacak olan törene aylar vardı ama hazırlıklarının telaşı belli ki localar arasında paylaştırılıyordu.
Onlar için hayırlı olması dileklerimi o an da düşündüm, şimdi de düşünüyorum. 50 yıl öncesindeki Gana'dan günümüzün modern Gana'sına giden dikenli yolda ülkeye Masonların çok emek verdiği belli idi. Belki de, İngiliz Kraliyet Arması'nın etkili olduğu milletler topluluğu içinde önemli bir yeri olan Gana için seçenek azdı.
Çalışma bitti ve bahçeye çıktık. Çok büyük bir ağacın altına kurulmuş olan kardeş sofrası bizi bekliyordu. Afrika'nın yerel lezzetleri ve yerel içkileri karşıladı güzel koku ve tatları ile. Kardeş sofrasında, tüm kardeşlerin en az Interpol daire başkanı seviyesinde polisler olduğunu fark ettim.
Yaşananlar gerçekten ilginçti! Benim Afrika sevgimi ve etnik sanatlara olan ilgimi onlar ilginç bulmuş olmalılar ki, sorduğum Afrika yaşamını ve etnik sanatını irdeleyen sorulardan etkilendiklerini her defasında belli ettiler. Her birinin farklı kabilelerden geldiğini (zor da olsa) fark edebiliyordum. Ve biliyordum ki, simgelere yükledikleri imgeleri yaşamlarında saygı ile koruyan tüm kardeşler kendi kabilesinin dünya görüşünü taşıyordu. Modern Gana onlar için bir aydınlık yol idi ama geldikleri etnik topluluk özelliklerini kolay kolay bırakamazlardı. Her bir simgenin yeri her biri için ayrı idi. Bu nedenle benim yerel simgelerle ilgili olan sorularımı her biri ayrı cevaplıyordu. Sanki uçsuz bucaksız Afrika topraklarında antropolojik bir çalışma yapıyordum. Maskelerin, heykellerin hikâyelerini sordum, anlatımları sonrasında yanlış bildiklerimi düzelttim. Her şeyi simgelerle açıklayan insanlara kolay gelmiş olabilirdi Masonik simgeler. Keşke bir imkân olsaydı da, bizim simgelerimizi bir de onlara yorumlatsaydım. Kim bilir muhteşem doğa, her an için var olan gücü tükenmez güneş, tüm canlıların birbirlerine saygı duymaktan başka çarelerinin olmadığı natürel yaşam neler ekletirdi masonik simgelere. Oysa ne onların ne de bizim zamanımız vardı! Zaman denen mücevher az bulunan bir şeydi ve -belki de- paha biçilmez bir değerdi. Gün bitti. Bir gün sonra yapılacak konvana davetliydik, gitmemezlik edemezdik.
Gana Büyük Locası'nın asıl binasının başka bir yerde olduğunu ertesi sabah öğrendim. Şehirde farklı binaları vardı ve semtlere göre dağılmıştı. Müzeyi andıran Büyük Loca binasının büyük salonu konvan için hazırlanmıştı. Gündemde tabii ki, konsekrasyon ve Büyük Üstat seçimi vardı. Büyük Üstat ve Büyük Locada görev yapacak kardeşler uyum içinde seçildiler. Sıra birlikte yenecek öğle yemeğinde idi. Self servis masaları açıktı ve garsonlar ve görevliler büyük bir gayretle çalışıyorlardı. Bizlerin varlığı hepsi için ilginçti. Hep birlikte keyfini çıkardık.
Yemek sonrasında seçilen Büyük Üstada, ÖMBL PSBÜ'nın ve tüm kardeşlerimizin kardeş sevgi ve saygılarını ilettim. Büyük Üstat kardeşimiz memnundu, gururluydu. Bu gururu Büyük Üstadımız ile yaptığı telefon konuşmasında fazlası ile açığa vurdu, o da Türkiyeli kardeşlere, kardeş sevgi ve saygılarını sundu. Unutulmaz bir gün yaşadığı her halinden belli idi.
Dönüş zamanı gelmişti ama eve değil, Nijerya'ya. Aldığımız daha doğrusu bize verilen 24 günlük geçiş vizeleri dolmuştu. Belli ki, aynı şeyler tekrar yaşanacaktı. Yaşadık! Zorlukları, korkuları ve farklı ortamları tekrar yaşadık. Nijerya'ya nasıl döndüğümüzü ne siz sorun ne de ben anlatayım. Ama şu kadarını söyleyeyim ki, 3 kardeş çok uyumlu idik ve kimse bizim Afrika uyumumuzu kolay kolay bozamazdı!
Afrika'ya gidilir de ilginç şeyler yaşanmadan dönülür mü?
Tabii ki anlatacak çok şey yaşanır, hafızalara kazınır. Benim yolculuğumun, sizlerle paylaşacaklarımın sonuna geldim. Hep söyleriz bilgi sonsuz, evren sonsuz diye. Bu tarafından bakınca ben, Dünyanın her noktasında çalışan kardeşlerle yaşanacak güzellikler de sonsuz diyorum. Ve bence diyorum, obediyansı ve çalışma şekli ne olursa olsun, her Mason kardeşimizdir, yürüdüğü yol ışıklar içindedir. Masonların çalışma mekânları sonsuzluğa açılan aydınlıktır, insan sevgisinin akvaryumudur.
Yolunuz aydınlık olsun sevgili kardeşlerim.
Kardeş sevgi ve saygılarımla
Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
BUGÜN BÜYÜK KARDEŞLİK İLLÜMİNATİ'YE KATILARAK İSTEDİĞİNİZ HAYATI YAŞAYIN.
E-posta: greatilluminati2022@gmail.com
Whatsapp: (+48606551978)
İş adamı veya kadını, politikacı, müzisyen, öğrenci misiniz, zengin, ünlü, hayatta güçlü olmak istiyorsanız, bugün İllüminati
kardeşlik ibadetine katılın ve bir haftada 1 milyon dolarlık anında zengin bir meblağ ve ücretsiz bir ev kazanın. Bu dünyada yaşamayı seçtiğiniz her yer ve ayrıca maaş olarak ayda 500.000 ABD doları alın...
İLLÜMİNATİ'YE KATILAN YENİ ÜYELERE VERİLEN AVANTAJLAR. 1. 1.000.000 USD nakit ödül
2. 500.000 USD değerinde yeni bir Sleek Dream CAR
3. Seçtiğiniz ülkede satın alınmış bir rüya ev
Tapınağımız ABD, BAE ve Afrika'da bulunmaktadır
Acentamızla iletişime geçmek için 18 yaşında veya daha büyük olmalısınız
E-posta: greatilluminati2022@gmail.com
Whatsapp: (+48606551978)