Bornocu Ersan 11 Kasım 2015 Çarşamba



Bütün Rit'lerde, hatta yükselmeyi çabuklaştırmak gibi bir düşünceye kendisini kaptırmış olan Fransız Rit'inde dahi uzun süre yerini koruyan ve bir çok Jüridiksyonda törenle tevcih olunan bu derece, Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti'nin öğretisi açısından çok önem taşır ve bu Rit'te ilerlemek isteyenin geçirmek zorunda olduğu büyük bir imtihanı ifade eder ve aynı zamanda, daha ilerki derecelerde ele alınacak konuların temelini de atar.

Derece Hiram efsanesinin devamı niteliğinde olmakla beraber, ilk belirtilerini XVI. yüzyılda gördüğümüz "İllüminizm" akımına da bağlanır. Gerçekten Rönesans devrinde fikir ve vicdanlara ambargo koyan mutlakiyetçi idarelere karşı sanat, edebiyat, felesefe hatta din alanlarında başlayan hareket, özellikle alman Adam Weishaupt'ın öncülüğü sayesinde XVII. asırda kendisini kabul ettirmiş ve Weishaupt 1776'da, Ingolsfad şehrinde bir İllüminist Teşkilâtı kurmuştu. Teşkilâtın gayesi, insanın tekemmülü yoluyla ve tam ve katı bir akılcılıkla sosyal hayatı düzenlemekti. 1777'de Münih'te masonluğa kabul edilen Weishaupt "Aufklârung" adını alan Teşkilâtıyla masonluk arasında bir bağlantı kurmaya da çalışmış ve İllüminist Teşkilâtına masonik bir veçhe vermiştir.

Sonraları Goethe, Herder, Martens, Saxe-Gotha ve Saxe-Weimar prensleriyle Mirabeau, Robespierre ve Lavoisier'nin de intisab ettikleri bu teşkilât akılla, muhakeme ile idrak ve izah edilemeyen bilgilerin hepsinin hurafe olduğuna inanır. Hakikate varmanın tek yolu vardır o da aklın emirlerine uymaktır. Akıl bir suçlunun mutlaka cezalandırılmasını emrettiği için, bu cezalandırma faaliyetinden bir yarar gelmese bile, aklın bu emrine uyulacaktır. Bu katı akılcılıkta merhamet, sevgi, dostluk gibi duygulara yer yoktur. Aklın emrini yerine getiren kişi, bu emir neyi gerektiriyorsa onu mutlaka ifa etmek zorundadır. Ancak bu yönü ile İllüminizm, mücadele etmek maksadıyla ortaya çıktığı despotik idareler yerine, yeni bir istibdad kurmuş ve Fransa'daki "terör" dönemi için adetâ nazarî bir temel teşkil etmiştir. İlerde göreceğimiz veçhile Eski ve Kabul Edilmiş Skoç Riti bu gibi sapmalara asla yer vermemiş ve İllüminizmin doğru taraflarını benimsemek ve insan aklına gerekli önemi vermekle beraber, akıl yoluyla idraki mümkün olmayan hakikatlerin de varlığını ve katı, sert bir akılcılığın götürebileceği sonuçlardan kaçınmak gerektiğini kabul etmiştir.

Bu derecede mâbed Kral Süleyman'ın sarayındaki bir odadır ve "Şapitr" adını alır. Duvarlar yer yer kırmızı alevlerle bezenmiş siyah örtülerle kaplıdır. Sütunlar 12 olup, bir kırmızı ve bir beyaz olmak üzere sıralanmıştır. Mâbed sekizi birarada sonuncusu ise ayrık olmak üzere dokuz ışıkla aydınlanmıştır. Bazen sekiz ışık bir sekizgen teşkil edecek surette yemin kürsüsünün etrafına dizilir; sarı mum şeklinde olan dokuzuncusu ise yemin kürsüsü ile doğu arasında bulunan bir sehpanın üzerine konur. Yemin kürsüsü gümüş renginde göz yaşı damlaları ile bezenmiş siyah bir örtü ile örtülür. Kürsünün üzerinde parşömenden bir rulo, bazı ritüellerde ise Kutsal kitap, Anayasalar, Çaprazlama iki kılıç ve bir hançer bulunur. Mabede bitişik bir odada bir "mağara" hazırlanır. Mağaranın içine üstü örtülü bir manken, üzerinde "İntikam" yazılı bir hançer ve bir mum bulunan alçak bir masa, masanın önünde yine alçak bir sandalye, onun yanında içinde su (bazı ritüellerde saf su) bulunan bir kap ve bir bardak bulunur.

Başkan Kral Süleyman'ı temsil eder ve "Pek Muktedir" (bazı ritüellerde Pek Hakîm Üstad veya Üç Defa Münevver veya Pek Hakîm) unvanını taşır. Bir tek Nazır vardır, Stolkin'i temsil eder ve "müfettiş" diye anılır. İykaaf edilecek aday "Yahoben" (Allah'ın oğlu) unvanını alır.

Kıyafet şöyledir: Eşarp soldan sağa doğru kuşanılan geniş siyah ipektendir. Aşağı tarafında dördü ön, dördü arka tarafta biri de tam ortada olmak üzere dokuz kırmızı rozet vardır. Önlük, astarı ve kenarları siyah, kendisi kırmızı damlalarla bezenmiş beyaz renktedir. Bavet kısmında bir hançer tutan kol, ortasında ise kesik bir başı saçlarından kaldırılan bir kol işlenmiştir.

Eldivenler siyahtır. Derecenin bijusu sapı altın, laması gümüş bir hançer olup, eşarbın ucuna asılıdır. Hançerin lamasının bir yüzü beyaz, diğer yüzü siyahtır.

Derecenin birkaç işareti vardır. Birinci işaret şöyledir: bir Kardeş karşısındakinin alnına hançerle vurma hareketini yapar; bunun karşı işareti, kanlı olup olmadığını anlamak istermişçesine elle alnı silmektir. İkinci işaret sağ elle bir hançer tutuluyormuş gibi karşısındakinin kalbine vurma hareketinin yapılmasıdır. Bu sırada "Nekam" denir (anlamı "intikam" dır) Bunun karşı işareti olarak sağ el kalbe götürülür ve "Nekah" denir. (Bazılarına göre anlamı "içeri girdi, nüfuz etti" bazılarına göre ise "saf, temiz olmak"tır)

Bu kelimeler aynı zamanda derecenin mukaddes kelimeleridir.

Dokunuş şu şekildedir: bir Kardeş sağ elini yumruk şeklinde kapatır. Sadece başparmağını dik tutar. Diğer Kardeş sağ eliyle bu başparmağı kavrar ve kendi elinin başparmağını kaldırır.

Bunu yaparken birinci Kardeş "Jahoben" der, ikincisi de "Abhiram" diye cevap verir.

Yürüyüş bazı ritüellere göre sağ el bir hançeri tutarmışcasına havaya kalkık olarak, atılan hızlı adımlardır; bazı ritüellere göre üç çırak, üç kalfa ve üç üstad adımı atılmak suretiyle yürünür.

Mürur kelimesi "Begohol-Chol" (arapçası Buğzu-kül-herşeyden nefret) dur. Bazı ritüellerde soru "Nekam" cevabı "Joaber" veya soru "Abiram" cevabı da "Akirop"tur; bazen de soru "Joaber" cevabı "Abiram"dır.

Darbe ve alkış sekiz acele bir de mesafeli olmak üzere dokuzdur, bazı ritüellerde (2+2+2+2+1) olarak sunulur. Yaş sekiz ve bir fazla veya dört defa iki ve bir fazladır. Esasen dokunuşta da bu sayıyı görebiliriz: birleşen eller 8 (2X4) kapalı ve 1 açık parmağı gösterir. Çalışmalara bazı ritüellere göre şafak sökerken başlanır gece başlarken son verilir; bazı ritüellerde ise seçilmiş dokuzların yola çıkma saatinde başlanır, dönüş zamanında son verilir; diğer bazı ritüellere göre gece saat 1'de başlanır, yine gece saat 12'de son verilir.

Derecenin efsanesi şöyledir. Hiram'ın öldürüldüğünün anlaşılması üzerine, Kral Süleyman katilleri bulup getireceklere büyük mükâfatlar vaad eder. Bir süre sonra Kral Süleyman doksandan fazla üstadla sarayında görüşürken bir yabancının gelip önemli bir sırrı açıklamak istediği kendisine bildirilir. Kral hemen huzuruna getirilmesini emredince, üstadlar bu yabancının huzura çıkmasındaki kolaylıktan dolayı endişeye kapılırlar. Görüşme kısa sürer ve neticede Kral Süleyman Üstadları teskin eder ve yabancının katillerin saklandığı yeri bildiğini ve onları yakalamak isteyenleri bu yere götürmeye amade olduğunu söyler. Bütün üstadların gitmek istemeleri üzerine, Kral Süleyman ancak dokuz kişinin gideceğini ve isimlerin kura ile tesbit edileceğini bildirir. Seçilen dokuz kişiye Kral Süleyman katillerin gizlendikleri mağaraya kadar yabancıyı takip etmelerini emreder. Ancak bu dokuzdan biri olan Jahoben (anlamı Allahın oğlu) yürüyüşün çok yavaş olduğunu görünce sabırsızlanır ve hızlı adımlarla öne geçerek ilk olarak mağaraya varır. Mağara Yafa (veya Japu yahut Yapa) şehrinin yakınında deniz kıyısında bir dağın içindedir. Girişi çalılarla kaplıdır. Jahoben içeri girer ve bulduğu iskemleye oturur, yanındaki kaptan bir bardak saf su içer. Yanan mumun ışığında yerde uyuyan bir insan görür. Bunun aranılan katillerden biri olduğunu anlayınca, oradaki hançeri alır ve önce kafasına sonra kalbine vurur. Hiram'ın katili hışımla uyanır, fakat aldığı yaralar yüzünden sendeler. Jahoben'i görünce yere düşer ve öfke ile "Nekam" diye bağırır. Jahoben katilin kafasını keser, mağaranın kapısındaki bir akar sudan içerek susuzluğunu giderir. O sırada diğer seçilmişler mağaraya gelirler Jahoben'le katilin cesedini görürler ve adının Ab-Hiram olduğunu anlarlar. Arkadaşlarına katili adalet huzuruna çıkmaktan kurtarmak suretiyle Kral Süleyman'ın emirlerine karşı geldiğini söylerler. Kralın bu itaatsizliği cezasız bırakmayacağını düşünürlerse de, Kralın merhamet duymasını sağlamak için ellerinden geleni yapacaklarına söz verirler. Jahoben Kral'ın huzuruna çıkınca Süleyman görevinin sınırını aştığı için kendisini azarlar fakat gayretkeşlik yaptığını düşünerek onu affeder.

Bu efsane açısından bazı konularda çeşitli Mason yazarlar arasında fark bulunduğunu belirtmemiz uygun olur. Bazılarına göre katilin esas adı Abi Ramah olup, kısaltılmış şekli Abiram'dır. Anlamı "Baba katili" veya "babasını inkâr eden"dir. Pike'a göre ise adı Jubelum veya Abai-Khai yahut Akirop'tur. Suç ortaklarının adları Romvil "kara cahil" ve Gravelot "gizli hain" dir. Yine Pike'a göre yabancı, Yafa'lı fakir bir çoban olup Miyamin'in oğlu Faros'tır. 18. yüzyıldan kalan bazı gravürlerde ise dokuzları mağaraya götürenin "yabancı" olmayıp bir köpek olduğu görülmektedir. Bazı ritüellere göre köpek mağarayı beklemektedir.

İykaaf merasimi derecenin efsanesine uygundur. Mabede alınan adaya Hiram'ın katilleri bulunmadıkça bütün Kardeşlerin Hiram'ı öldürmüş olmak töhmetinden kurtulamayacakları anlatılır. O sırada mabede kendisini Miyamin'in oğlu Faros diye tanıtan bir çoban gelip, katillerin gizlendiği mağarayı bildiğini açıklar. Pek Muktedirin kura ile 8 kişinin seçildiğini söylemesi ve 9.'nun kendisi olmaya amade olup olmadığını sorması üzerine, aday bunu kabul eder. Bazı ritüellere göre dışarı çıkarılan aday gözleri bağlı olarak, mağara şekline sokulmuş olan bitişik odaya konur. Aday burada gözündeki bağı çözer, saf sudan içer, hançeri alıp mankene vurur. Diğer bazı ritüellerde bu merasim yapılmaz. Tekrar mabede giren aday hızlı adımlarla başkana doğru koşar ve sağ elindeki hançeri kaldırarak "adalet yerini buldu" veya "Hiram'ın katilini öldürdüm" diye bağırır. Başkan emre aykırı hareket ettiğini söyleyerek onu azarlar. Fakat diğer Kardeşlerin araya girmesi sonucunda adayı affeder. Yemin yaptırılır, derecenin talimatı verilir, şövalyeliğin dokuz fazileti, birer ışık yakılmak suretiyle bildirilir, törenin anlamı açıklanır ve tören sona erer.

Derecenin öğretisini açıklamazdan önce, derecede geçen bazı sembollerin manası üzerinde durmak uygun olur, çünkü bunların anlamını izah etmeden, derecenin ne öğretmek istediğini kavramak pek mümkün değildir.

Bir kere derecenin tek nazırı olan "Stolkin" kelimesi değişik yorumlara yol açmıştır. Bazılarına göre "St" kökü, ibranicede gizli olanı, "setredilmiş" bulunanı ifade eder ve ritüelin bir anlatımı ile uygunluk arzeder. Gerçekten iykaaf töreni başlayınca, başkan Stolkin Kardeşe Hiram'ın katillerinin de insan olduklarını, bu itibarla adayların da katil olabileceklerini hatırlatınca, Nazır Kardeş "ben insanın vicdanına kadar giremem" diye cevap verir. Bu suretle Stolkin Kardeş, içine kimsenin giremediği insan vicdanını temsil eder ve böylece yine aynı vicdanı temsil eden "mağara" semboliyle de bağlantılı bulunur. Diğer bazılarına göre ise "Stolkin" "akan su" anlamına gelir ve mağaranın kapısındaki akan suyu, yani adalete hizmet edenlere verilen mükâfatı veya (başka bir anlatıma göre) bilgisizliğin verdiği susuzluğun giderilmesini temsil eder. Biz ilerki açıklamalarımız bakımından, birinci anlamı tercih etmekteyiz.

İkinci sembol "mağara"dır. Ritüelimizde mağaranın insan vicdanını, ağzını örten çalıların da aydınlığın vicdanlara kadar nüfuz etmesine engel olan cehaletle hurafeleri temsil ettiği belirtilmiştir. Mağaraya inme yerin içine, dünyanın merkezine girmeyi, bir anlamda ana rahmine sığınmayı temsil eder ve çok eski mitolojilerde de arzın içine girme efsanesine yer verildiği görülür. Mağaraya giren kişi, cezalandırılan, ıztırap çeken adeta suçunun kefaretini ödeyen şahıstır. Nitekim Delf şehrinde Apollon mabedini inşa etmiş olan Trofonyus'a Kral, hazinesini içine koyacağı bir bina inşa etmesini emredince, bu binayı inşa eden Trofonyus buraya girecek bir gizli yol da yapmış ve kardeşi Agametes'le buradan geçerek hazineyi soymaya kalkışmıştı. Ancak Kral bunu farkedip bir tuzak kurmuş ve mimarın kardeşi tuzağa düşmüştü. Bunun üzerine Trofonyus yakalanmamak için kardeşinin başını kesip alarak kaçmış, fakat toprak onu yutmuş ve kardeş katilini bir mağaraya hapsetmiş ve orada ölmüştür. Trofonyus'un mağarası vicdan azabını ve çekilen ızdırabı da sembolize eder.

Hristiyan kateşizmine göre de, cehennem büyük bir mağaradan başka bir şey değildir. Ademle Havva'nın en büyük günahı işlemelerine sebebiyet vermiş olan şeytan, Allah tarafından Dünya'ya büyük bir hışımla fırlatılmış ve düşüşün şiddetinden bilinmeyen bir yerde büyük bir çukur açılmış ve şeytan dünyanın merkezine çakılı kalmıştır. İnsanın iyi ve güzel olanı anlaması için kötü ve çirkin olanı bilmesi nasıl lazımsa, sevabın ne olduğunu bilmesi için de günahın ne olduğunun idrakine varması öylece şarttır.

Mağaraya giren, oraya kapanan kimse, bu sayede yani günahın, vicdan azabının ne olduğunu görmek suretiyle, sevabın da ne olduğunu anlar.

İşte bu sembollerden hareket etmek suretiyle derecenin neler öğretmek istediğini açıklamak mümkündür. "Neler" diyoruz çünkü derecede birden fazla öğreti saklıdır.

Bir kere derecede "adalet" fikri işlenmektedir. Bir suçlunun cezalandırılması, dürüst ve namuslu insanların töhmet altında kalmamaları için şarttır. O âna kadar herkesten, hatta kardeşlerimizden bile şüphelenmemiz mümkündür, zira Hiram'ın katilleri de Kardeşlerimizden başkaları değildi. Bu düşünce adaletin niçin mülkün temeli olduğunu da açıklığa kavuşturur. Bir suçlunun cezasız kalması halinde herkes başkasından çekinmeğe, failin bir gün kendisi aleyhine de suç işleyebileceğinden korkmaya başlar. Bu genel huzursuzluk giderek kimsenin kimseye itimad etmemesine yol açar. Onun içindir ki akıllı Melik, mülkünde huzur ve ahengin, vatandaşlar arasında sevgi ve güvenin hükümran olmasını sağlayan kimsedir, bunun için de âdil olmakla, adaletin hüküm sürmesini sağlamakla mükelleftir. Aksi halde âdil Melik, yerini zâlim Molok'a bırakır ve herkesten kendisine tapılmasını istemeye başlar ve bunun için de zora veya tehdide başvurur; sevgiden kaynaklanan saygının yerine korkudan doğan çekingenlik kaim olur.

Derecenin ele aldığı ikinci fikir ölçülü davranmak lüzumudur. En iyi ve halisane bir maksatla, hatta adaleti icra maksadiyle yapılsa bile, ölçüsüz davranan ve kendi yetki sınırını aşan kimse de huzuru bozar. Nitekim hançerin lamasının beyaz tarafı adalet için kullanılması gerektiğini, siyah tarafı ise aynı silahın öç almak ve suç işlemek için kullanılabileceğini remzeder. Mason hırslarına kapılmayacak kadar nefsine hâkim olabilen ve elindeki hançeri sadece adaleti yerine getirmek için kullanabilen kimsedir. Başkasını yenen, onu mağlup eden kişi hasmından daha kuvvetli olduğunu bu suretle isbat etmiş olur; fakat kendisini yenebilen şahıs kudretli olduğunu ispatlamış olur. Mason "kuvvetli" olmak mecburiyetinde değildir; fakat "kudretli" olmak Masonun başta gelen görevidir. Mason bu kudreti hem suç işlemeye kendisini sevkeden çeşitli ihtirasları yenmek, hem de (göze girmek, mükâfatlandırılmak gibi saikler altında olsa bile) ölçüsüz davranmaya kendisini iten âmillere karşı koymak suretiyle isbat eden kimsedir. Bu ölçü hayatın her ânında gösterilecektir: Mason cezalandırırken, tenkid ederken nasıl ölçülü davranmak zorunda ise, mükâfatlandırırken, överken de öylece ölçülü hareket etmek mecburiyetindedir. Ne bir kimseye hakettiğinden fazla ceza vermek suretiyle gaddar ve zâlim olmalı, ne de birisini methederken lüzumsuz yaltaklanmalarda bulunmak suretiyle kendini küçültmelidir. İtalyan şairlerinden Manzoni, Napolyon'un ölümü üzerine yazdığı bir şiirinde kendisinin Napolyon'u tahkir eden bir alçak olmadığı gibi, bir köleye yakışır tarzda övgülerden de kaçındığını belirtmek ihtiyacını duymuştur. Mason ne alçak ne de köledir, her hareketinde ölçülü davranmasını bilen dürüst ve aydın bir kişidir. Kimsenin önünde eğilmeksizin, ona saygısını ve sevgisini göstermesini bilir. Unutmamak gerekir ki derecenin bijusu olan hançerin sapı altın, laması ise bir tarafı siyah, diğer tarafı beyaz gümüştür. Bu hançer hiç kullanılmazsa tek renk hâkim olur, çünkü kullanılmayan maden paslanır ve kararır; ancak aynı hançer ölçüsüz kullanılırsa her yerine kan bulaşır ve yine tek renk hâkim olur. İki renk arasındaki ölçülü ahenk ve denge her iki halde kaybolur.

Yine derecenin bir öğretisi de insanın güvendiği dostların yardımına her zaman muhtaç olduğu düşüncesidir. Gerçekten Jahoben, Kardeşlerinin araya girmesi sonucunda Kral Süleyman tarafından affedilmiştir. Şu halde Mason kibirli olmamalı, günün birinde başkalarının yardımına muhtaç olacağını düşünerek kimseyi kırmamalı, hele Kardeşleriyle tesviye üzerinde buluşmalı, görevi veya derecesi sebebiyle Kardeşlerine karşı mesafeli davranmamalıdır. Bu dayanışma ve birlik dokunuşta da mevcuttur; kenetlenen yumruklarda 8 (2x4) şeklindeki parmaklar, açık tek parmakta birleşmekte böylece hem kesretten vahdete gidildiği, hem de birlikten kuvvetin doğduğu ifade olunmaktadır.

Fakat fikrimizce derecenin en büyük öğretisini yine "mağara" sembolinden çıkarmak mümkündür. Kötülüğün ve iyiliğin, günahın ve sevabın, korkaklığın ve cesaretin tohumları insanın vicdanındadır ve korkaklığın ne olduğunu bilmeyen nasıl cesur olamaz ise, günahın ne olduğunu bilmeyen de öylece sevabın ne olduğunu anlayamaz. Dr. Faust en büyük günahı işleyip ruhunu şeytana sattıktan sonradır ki, sevabı bulmuş ve kurtulmuştur. Dante Cennete çıkmazdan önce Cehenneme gitmiş, orada çeşitli günahkârları görmüştür.

Şu halde hakikî yükselişin yolu, mağaraya kapanmakla bulunur, nitekim vahiylerin çoğu Hz. Muhammed mağaraya kapandığı zamanlar gelmiştir. Fakat 9 dereceli Kardeşin önemli bir görevi daha vardır. Vicdanının sesini dinleyen, doğruyu, güzeli ve sevabı kapandığı mağarada, yani kendi vicdanında bulan Kardeşe bu derece bir görev vermektedir ki, o da barbarlık, dalâlet, cehaletle savaşıp, medeniyet, fikir hürriyeti ve bilginin yaygınlaşmasına aktif olarak katılmaktır.

Bugün Mason bu savaşı doğru bildiğini söylemekle sürdürecektir. Bazen doğruyu söylemek zor olabilir. Çeşitli sosyal sebepler, insanı bundan alıkoyar. Önceden edinilmiş kanaatler, menfaat gruplarınca desteklenen veya karşı çıkılan akımlar, fikrini açıklamaktan çekinmeye insanı sevk edebilir.

Korku ve menfaat insanları köleleştiren iki büyük âmildir. İşte seçilmiş Dokuzlar arasına giren Kardeş, adaleti ölçülü bir şekilde yerine getirmek suretiyle mülkün temelini korumuş ve kendi nefsini yenecek kadar kudretli olduğunu göstermiş olduğu gibi, mağaranın içinde neyin doğru neyin yanlış, neyin iyi neyin kötü, neyin sevap neyin günah olduğunu da anlamıştır. Şu halde bu Kardeş birtakım düşüncelerin esiri olamaz. Medeniyet yolunda, fikir hürriyeti uğruna ve cehaletle mücadele uğrunda savaşacak gücü de kendinde bulur ve bu alanda da "kudretli" olduğunu ispat etmiş olur. Bundan başka bu savaşta başına bir kaza gelecek olursa, Kardeşlerin kendisinin yardımına koşacaklarından ve asıl dostluğun bu gibi zor anlarda kendisini göstereceğinden de emin olur. Masonlar dünyanın her yerinde doğruyu söylemekten çekinmemişlerdir. Nitekim ABD Güney Jüridiksyonu Yüksek Şurası'nın önceki Hakim Büyük Âmiri Henry CLAUSEN 33. Kardeş, bu derece ile ilgili açıklamasına şu sözlerle son vermektedir:

"Biz, hem Mason hem de yurtsever olan kurucularımızın prensiplerine bağlıyız ve Hürriyetlerimizi koruyalım" deriz. Ve Peygamber Muhammed'le birlikte şu sözleri haykırırız:

"Sağımdaki Güneşle, Solumdaki Ay'ın bana Sus! demelerine rağmen, Ben yine konuşacağım"


Şüphesiz ki söylenecek sözler, medeniyet uğruna, fikir hürriyeti uğruna, insanların eğitilmesi uğruna söylenecek olan doğru ve ölçülü sözlerdir. Seçilmiş Dokuzlar arasına katılmış olan Mason, bu sözleri bulmak için kendi vicdanının sesini dinlemiş, kötü ile iyiyi, günah ile sevabı birbirinden ayırmasını bilmiş, korkuyu tattığı için de cesur davranmasını öğrenmiş ve her bakımdan "Kudretli" olduğunu herkesten önce kendisine ispatlamış bulunan bir Kardeştir.

Bu yazı ; Bornocu Ersan Tarafından yazılmış olup, , , kategorisine eklenmiştir. Bu ve buna benzer yazıları RSS 2.0 . ile takip edebilir, ve eğer istersende bu yazıya 1 yorumda sen yapabilirsin!

0 yorum for " 9.Derece Ritüeli Açıklaması "

Cevap Bırakın

Reklam