Bornocu Ersan 11 Kasım 2015 Çarşamba



Masonoloji Notu: Aşağıdaki konferans 11 Mart 1999 tarihinde verilmiştir.


NEDEN DOKSANINCI YIL ?

Büyük Locamız bu yıl Türk Millî Masonluğunun kuruluşunun Doksanıncı yılını kutlamaktadır. Bilindiği gibi 18 ve 19. Yüzyıllarda Osmanlı Ülkesinin çeşitli yörelerinde Mason Locaları çalışmakta idi. Ancak bunlar arasında organik bir bağ yoktu ve bunlar yabancı Büyük Localara bağlı idiler. Bunlar özellikle İngiltere, Fransa, İtalya, Belçika ve İspanya Büyük Locaları idi. Hatta İngiltere Büyük Locasının Türkiye’de bir Bölge Büyük Locası kurduğu ve büyük elçisini Bölge Büyük Üstadı olarak atadığını görmekteyiz.

1861 Yılında ilk Türkiye Yüksek Şûrası kurulmuş fakat bunun da ömrü uzun olmamıştır. İstibdat devrinde sıkı takip edilen localar 2. Meşrutiyetin getirmiş olduğu özgürlük havası içinde daha serbestçe çalışmaya başlamışlar ve örgütlenme çarelerini aramışlardı.

1909 yılında, önce Osmanlı Yüksek Şûrası tekrar canlandırılmış ve sonrasında 3 Mart günü yeteri kadar Kardeşin 33. dereceye iykaaflarından sonra Şûranın kurulmuş olduğu genel kabul görmüştür.

Yüksek Şûra kurulur kurulmaz, bir Büyük Locanın da kurulması gerçeği kabul edilerek 13 Temmuz 1909 tarihli toplantıda "Meşrik-i Âzâmı Osmanî"nin kurulması kararlaştırılmış ve 1 Ağustos 1909 pazar günü de bu Meşrik'in ilk genel kurul toplantısı ve seçimi yapılmış, Üstadı Âzâmlığa Mehmet Talât Sai Kardeş getirilmiştir. Seçim tarihinde Meclisi Mebusan Reisi olan Büyük Üstad bilâhare Sadrazam Talât Paşa olarak tarihe geçmiştir.

Şu halde Ulusal Türk Masonluğunun kuruluş tarihi olarak 1 Ağustos 1909 tarihini kâbul etmemiz gerekir. Bu evrim, her ülkede aynı şekilde cereyan etmiş değildir. Örneğin 1987 yılında zamanın Büyük üstadı En Muhterem Cavit Yenicioğlu Kardeşin Başkanlığında kalabalık bir heyet olarak Alman Masonluğunun kuruluşunun 250.Yıl Kutlamalarına katılmıştık. Ama Almanlar bu tarihi, 1737 yılında Hamburg'da kurulmuş ve halen çalışan ilk Locanın  "Absalon zu den drei Nesse" Locasının kuruluş tarihini hareket noktası olarak kabul etmişler ve Alman Masonluğunun kuruluşunu böyle kesin bir tarihe bağlayabilmişlerdir.

Bizler bu olanaktan yoksun bulunduğumuza göre Türk Masonluğunun başlangıcı olarak 1909 yılını kabul etmemiz isâbetlidir ve bunu kıvançla kutlamaktayız.

Bu kuruluşta iki olayı vurgulamakta fayda vardır. Bunlardan birincisi, geleneksel Masonluğa göre bir Büyük Loca, localar tarafından meydana getirildiği halde, burada Büyük Locanın, Yüksek Şûra tarafından kurulmuş olduğu vakıasıdır ve bu oluşum ileride Türk Masonluğu açısından sakıncalar yaratmıştı; buna karşı Büyük Locanın kuruluşuna katılan localar arasında Mısır menşeli "Resne" ve "Uhuvvet-i Osmaniye" Localarının bulunmasıdır ki, o tarihte tanınmış ve muntazam olan bu localar ileride Türkiye Büyük Locasının intizama kavuşmasında önemli bir rol oynayacaklardır.

Bu yazı mason tarihimizi özetleyen bir yazı olmayıp, sadece Doksanıncı Yıl kutlamalarının nedenlerini ve önemini belirtmeye çalışan bir açıklama olduğundan tarihi ayrıntılara girmeden önemli noktaları belirtmek isterim.

Yüksek Şûra ile 1909 yılında bir konkordato imza etmiş bulunan "Meşrik-i Âzam", Cumhuriyetin ilânı ile birlikte ismini de değiştirmiş ve "Türk Meşriki" veya "Türkiye Büyük Mahfili" ismini almış ve 1935 yılına kadar çalışmalarına devam etmiştir. 1935 yılında nedenleri bugün dahi tartışılan bir olay karşısında "Meşrik-i Âzam" ve ona bağlı localar uyku yolunu seçmişlerdir. Ancak "Yüksek Şûra" çalışmalarına devam etmiş ve kendi himayesi altında "İdeal", "Kültür" ve "Ülkü" localarının çalışmalarına olanak sağlamıştır. Bu arada "Meşrik-i Âzam" ın yasal kuruluşu olan Türk  Yükseltme  Cemiyeti de fesih edilmeden faaliyetini fiilen durdurmuştur.

1948 yılında o zamanki Hakim Büyük Âmir Mim Kemal Öke Kardeşin teşebbüsü ve demokratik yaşamın icabı yeni kabul edilen yasaların tanıdığı olanaklar sayesinde Masonluk tekrar faaliyete geçmiş ve yeni bir mason cemiyeti kurulmuştur. "Türk Mason Derneği" adı ile kurulan bu dernek Yüksek Şûranın kurduğu dernek olup uykuda bulunan Türk Yükseltme Cemiyeti ile bir ilgisi yoktur. Bu kuruluş için de 1909 yılına ait hatalar tekrarlanmış, mavi localar Yüksek Şûranın verdiği beratlarla kurulmuş ve Yüksek Şûranın himayesinde ve ona bağlı bir Büyük Mahfil meydana getirilmiştir.

Dünya Masonluğu özellikle Anglo-Sakson Masonluğu ile olan ilişkilerin kurulamaması, bazı tepkilere neden olmuş ve sonuç olarak 1955 - 1956 olayları diye tanımlayacağımız olaylardan sonra bağımsız ve ilk üç derecenin yegâne hakim ve nazımı olan "Türkiye Büyük Locası" kurulabilmiştir.

Bu arada İstanbul, Ankara ve İzmir'de bulunan binalarımızın yargı yolu ile geri alınabilmesi için Türk Yükseltme Cemiyeti tekrar canlandırılmış binalar geri alınmış, bunun neticesinde fiilen "Büyük Loca" "Türk Yükseltme Cemiyeti", "Yüksek Şûra", "Türk Mason Derneği" isimleri altında çalışmalarına devam etmişlerdir.

İntizam sorunları bununla da halledilemediği için 1965 yılında "Türkiye Büyük Locası" "İskoçya Büyük Locası" tarafından tanzim edilmiş, bunun üzerine Türk Masonluğunda bilinen parçalanma olmuş ise de "Türkiye Büyük Locası" muntazam Büyük Localar arasında hak ettiği yeri almış ve bugünkü durumuna gelmiştir.

Bu arada Dernek Tüzüğünde yapılan bir değişiklikle Türk Yükseltme Cemiyeti yerine "HÜR ve KABUL EDİLMİŞ MASONLAR BÜYÜK LOCASI DERNEĞİ" ismi benimsenmiştir.

Burada mevcut bir tartışmaya değinmek isterim. Bir görüşe göre bugünkü Büyük Locamız 1909 yılında kurulan "Meşrik-i Âzam"ın devamı değildir; 1935-1948, 1948-1956 dönemleri bu devamlılığı ortadan kaldırmıştır. Ayrıca 1965 teki tanzim töreni de yeni bir kuruluşun belirtisidir.

Bu görüşe katılmadığımı ifade etmek isterim. 1965 yılında tanzim edilen mevcut bir Büyük Locadır, yeni kurulan bir Büyük Loca değildir. Ayrıca yasal olarak mevcut Derneğimiz Türk Yükseltme Cemiyetinin devamıdır. Ve bilhassa intizam, 1909 yılındaki kuruluşa katılan Resne ve Uhuvvet-i Osmaniye Locaları sayesinde olmuştur. Şu halde 80.Yılı kutladığımız gibi 90. Yılı kutluyoruz ve 100. yılın hazırlıklarını yapmalıyız. Örgütün devamlılığı konusundaki tartışmalar ne olursa olsun şu halde Türk Milli Masonluğunun kuruluşunun 90. yılı olmak itibariyle de bu etkinliklerimiz son derece anlamlı ve önemlidir.

SONRASI

Bu suretle benimsediğimiz 90. yılı çeşitli etkinliklerle kutlamamız doğaldır. Ancak bu bayram sevinci içinde ileriye doğru görevlerimizden de uzaklaşmamamız gerekir. Bu görevler kendimize karşıdır, dışımıza karşıdır. Bu vesile ile bu husustaki görüşlerimizi belirtmek isterim.

A. Masonluğumuzun Kendisine Karşı Görevleri

1965 yılı Türk Masonluğu için önemli bir yıldır. Çünkü muntazam Masonlukla ilişkiye girebilme kapısı açılmış ve bu sayede Büyük Locamız dış ilişkilerinde büyük bir sıçrama yapmış, içeride de loca adedini 150'nin üzerine çıkarmış, İstanbul, Ankara, İzmir dışında Bursa, Adana, Bodrum, Marmaris, Eskişehir gibi kentlerde localar kurabilmiştir.

Ancak intizamın gereklerinin muayyen olduğu ve onların dışında her Büyük Locanın egemen olduğu gözden kaçırılmış, İskoçya Büyük Locasının ritüeli benimsenmiş ve York Riti’nin bir ritüeli olması itibariyle bize uymayacağı da düşünülerek zaman zaman değiştirilerek çelişkili bir ritüel haline sokulmuştur. Ritüellerin sadece bir ritin törenlerini düzenleyen bir belge olduğu düşünülmemiş ve hangi rit ile çalışıyorsunuz sorusuna da cevap verilememiş ve neticede bu soruları geçiştirebilmek için Türk Riti cevabı verilmek istenmiştir. Etrafımda gittikçe neden Türk Riti olmasın sorusu ile karşılaşınca, bu konuya açıklık getirmek istemem doğaldır. Aslında, ilk bakışta düşünce doğrudur. Mademki Türkiye Büyük Locasıyız niye Türk Riti olmasın? Geniş anlamda bir Türk Riti’nin kurulması pekâlâ mümkündür. Ancak benden istenildiği gibi "dedim, oldu" demekle bir rit kurulamayacağı gibi bir Türk Ritinin kurulmasının herhangi bir ritin benimsenmesinden çok daha zor olacağını da vurgulamak isterim. Bunun için mevcut ritler derinleştirilmeli, iyice öğrenilmeli, karşılaştırılmalı ve ondan sonra gerekli seçim yapılarak Türk Ritinin temelleri atılmalıdır.

Aslında bence başlangıçta yanlış bir seçim yapılmıştır. Daha doğrusu seçim yapıldığı zannedilerek gerçek sorun halledilmemiştir.

Çeşitli ritler bir yana, Dünya Masonluğunda iki tarzın, iki sistemin mevcut olduğu görülmektedir. Bunlar arasında bir seçim yapılması da biz masonlara düşmektedir.

Bunlardan birincisi, İngiliz (Anglo-Sakson) sistemidir. Bu sistemin temeli sözlü olmasında, yazılı ritüel olmamasındadır. Törenlerin tamamı ezbere yapılır ve aslında tören görkemli bir tiyatro temsiline benzer şekilde cereyan eder. Bu sistemde locada, herhangi bir fikir tartışması yapılmaz, herhangi bir konferans verilmez, araştırma meydana getirilmez. Bu tarzda benimsenen fikir, locada ahengin egemen olması gerektiği fikridir. Herhangi bir tartışmanın bu ahengi bozacağı kabul edilir. Tören daha ziyade bir ayin şeklinde cereyan eder ve yine ahengin bozulmaması için seçimlerde de birden fazla adayın bulunması benimsenmez. Araştırmalar sadece araştırma localarında yapılır.

İkinci tarz, Kontinental (Kıta Avrupası) Masonluğundaki tarzdır. Bunda locada fikrî çalışma esastır. Fikir tartışmasında gerçeğin meydana çıkacağı, ama masonik hoşgörü karşısında ahengin asla bozulmayacağı kabul edilir. Kardeşler locaya bir temsili seyretmek için değil bilgilerini artırmak için gelirler.

Bu iki tarz arasındaki seçimin intizamla hiçbir ilgisi yoktur. Ama rit seçiminin bununla yakın ilgisi vardır. Örneğin, çeşitli ritleri uygulayan obediyanslarda, İngilizlere ait Emulation Ritinde konferans verilmediği halde İskoç Ritinde bunun tam aksi yapılır.

1965 yılında biz, öteden beri gelen geleneğimizi bozmadık. Localarımızda hür düşünce ve bundan doğan tartışma egemen oldu ve olmaya devam edecektir. Ama İngiliz tarzına uyan bir ritüeli benimsedik. Mason geleneğinde yasa ve geleneklerin koruyucusu olan hatibi şeklen değilse de fiilen kaldırdık. Oysa ki İngiliz tarzında tartışma olmayınca hatibin kanunî mütalaasına da ihtiyaç bulunmaması tabiidir. Ondan dolayı tekriste haricîlere sual sorulmasını kaldırdık. Yine tekris ve derece yükselmelerinde hatibin konuşmalarını standartlaştırdık, yeni bir eser yaratmasına engel olduk, çünkü temsil edilen piyeste rollerde değişiklik yapılmaz. Bu misalleri çoğaltmamız mümkündür.

Bu nedenlerle bizim bu konuları acele etmeden büyük bir dikkatle araştırmamız, incelememiz ve ileriye doğru çalışmalarımızın şeklini tayin etmemiz gerekir. Birinci görevimiz budur.

Masonlukta çeşitlilik, fikirlerin çarpışması bizi locaya daha fazla bağlar. Çünkü monoton, yeknesak bir Masonluk bünyemize uymamaktadır.

Yine intizam kuralları ile Anglo Sakson tarzını karıştırmamız ve onlara kendimizi uydurma zorunluluğunda hissetmemiz yüzünden masonik protokolü bir hedef haline getirdik. Masonik protokol elbette ki vardır, olacaktır ve gereklidir. Ancak törensel bir Masonluktaki protokolün önemi ile bizdeki yeri tamamen farklıdır. Bizde protokol amaç değil araçtır. Oysa ki yıllar geçtikçe protokol düzenlenirken bunun da ağırlaştırılması yoluna gidilmiş haklarla, mükellefiyetler karıştırılmış ve anlaşılması zor durumlara gelinmiştir. Örneğin, bir çırağın kuzey sütunundan başka yerde oturması mason geleneklerine aykırıdır. Buna kimse itiraz edemez.

Ama bir Büyük Görevlinin herhangi bir nedenle bir sütunda kardeşleriyle oturamayacağının kabulünü de benimsememiz mümkün değildir. Protokol bu görevlilere bir hak tanımıştır. Bunu kullanmak istememesi ise hür masonun hakkıdır. Muntazam Masonluğun kuruluş yıllarında aktif görev almış bir kardeşiniz sıfatıyla, burada ilk iki Büyük Üstadımızı anmamam mümkün değildir. En Muhterem Hayrullah Örs ve Nafiz Ekemen Kardeşlerimiz kendi localarında sütunda otururlardı. Bunun sembolik manâsı şu idi.

Masonlukta herhangi bir göreve seçilebilmek veya herhangi bir dereceye yükselebilmek için muntazam bir locanın üyesi olmak şarttır. Bu bakımdan kendi locasında tesviyede eşit oldukları için sütunda otururlardı. Bazı localarımızda önceki Üstadı Muhteremler sütunda otururlar, bazılarında doğuda. Bu çözüm tarzlarından herhangi biri Hür Locanın ve Hür Masonun seçimine kalmıştır. Protokolü özgürlüğü kısıtlayan bir kural olarak benimsememiz bu özgürlüğe ters düştüğü gibi, yanlış anlamalara da neden olmaktadır.

Örneğin Büyük Kurulda her büyük görevlinin eşit ve tek oyu bulunduğu ve görevin isminin sırf protokoldeki yerin tayini bakımından önem arz ettiği halde burada yapılan herhangi bir değişikliğin hissi olarak bir rütbe tenzili olarak kabul edilmesi gibi.

Aslında Masonlukta görevler geçicidir ve görev bittikten sonra sütuna dönülmesi esastır. Eski görevlilere tanınan protokol öncelikleri de sadece eski hizmetlere karşı bir saygının ifadesinden ibarettir.

Burada biraz da masonik etiketten bahsetmemiz uygun olur. Unutmayalım ki, birinci derece ritüelinde de ifade edildiği gibi bizde sevgi ve samimiyet esastır. Osmanlı etiketi samimi değildir. Bu itibarla geleneklerimize uygun olarak mâbedin mehabetini ihlâl etmemek için ayak üstüne ayak atmıyorsak da, Hür Masonun ifade özgürlüğünü de kısıtlamamız ve Osmanlı bürokrasisinin formüllerini benimsemememiz doğaldır. Bu nedenledir ki Kral Süleyman’ın tebaası olmayan Hür Masonun ifade özgürlüğüne getirilen kısıtlamalar kaldırılmıştır. Unutmayalım ki, bu yaklaşımın etkisi altında üstad sözcüğünü Kardeş yerine kullanmayı alışkanlık haline getirmemizde de asla isabet yoktur.

Burada sonuç olarak diyebiliriz ki bünyemize uyan Masonluğun gereklerini yerine getirebilecek çalışma ve düzenlemeleri yapmak hedefimizdir ve bunu başaracağımızdan da eminim.

B. Masonluğun Harice Karşı Görevleri

Herşeyden önce bütün kardeşlerimizin özledikleri bir konuyu ele almak zorunluluğundayız. Bu da ülkemizde Masonluğun tanıtımına yardımcı olmaktır. Bugün bütün dünyada Masonluğun kuralları düşünceleri, işaretleri sembolleri sır olmaktan çıkmıştır.

Tek sırrımız locada konuştuklarımız ve tekrisin sihridir.

Ülkemizde bu hususta bilimsel yayınlar bulunamadığı için Masonluk gerçek imajını anlatamamaktadır. Bu bakımdan herhangi bir polemiğe girmeden Masonluğun anlatılması ve hakkındaki yanlış düşüncelerin çürütülmesi gerekir.

Bunun için bir sergi ve yayınlar hazırlanmakta ve 90. yıl etkinliklerinden yararlanmak suretiyle kamuoyundaki imajımızın  netleştirilmesine çalışılmaktadır.

Bunun yanında, Masonluk ve Masonlar Amerikan Masonluğundan da ilham alarak kamuya dönük hayır işlerine yönelmelidir. İzmir’deki SEV VAKFI bunun tipik bir örneğidir. Bu esere her mason karınca kararınca mevcut olanakları ile katılmalı ve tamamlanmasına yardımcı olmalıdır. Mason karşıtlarına verilebilecek en güzel cevap budur. Bundan sonra da eğitim, sağlık ve benzeri konularda yeni girişimlerde bulunulmalı, iyiye olan meylimiz ve bağlılığımız kanıtlanmalıdır.

Aktif politikaya girmemekle beraber Türkiye’yi aydınlığa götürecek olan lâikliğe ve Atatürk ilkelerine olan bağlılığımız da her zaman teyit edilmelidir. Genel olarak diyebiliriz ki içeride sevgi, dışarıda sevgi ile çalışarak Türk Masonluğu daha ileriye gidecek ve insanlık mâbedinin inşasına yardımcı olacaktır. Dilerim böyle olsun.

Bu yazı ; Bornocu Ersan Tarafından yazılmış olup, , kategorisine eklenmiştir. Bu ve buna benzer yazıları RSS 2.0 . ile takip edebilir, ve eğer istersende bu yazıya 1 yorumda sen yapabilirsin!

0 yorum for " 90.Yıl ve Sonrası "

Cevap Bırakın

Reklam