Üstad-ı Muhterem, Aziz Kardeşlerim;
Bugün sizlere sunmaya gayret edeceğimiz bu çalışma, TESVİYE DERGİMİZİN hazırlanması plânlanan 100. YIL ÖZEL SAYISI için tarafımıza tevdi edilen görev sonucu başladı. Görevin amacı İstanbul’da 100 yıl boyunca içinde çalıştığımız, bazıları unutulmuş, bazılarından geriye sadece bir semt adı kalmış yapıların tamamıyla kaybolmadan önce günümüzdeki durumlarını belgelemek, Kardeşlerimize hatırlatmak, bunların gelecek kuşaklara belgelerle aktarılmasını sağlamaktı. Diğer yandan en az o kadar önemli bir diğer amaç da binalarla birlikte bugünümüzü bize sağlayan, bu şartların oluşmasında bu binaların temeline, dolayısıyla TÜRK MASONLUĞUNUN temeline taş koymuş atalarımızı, üstatlarımızı da anmaktı. Bir seneyi aşkın bir süre devam eden bu araştırmaya çok değerli Kardeşlerimiz destek verdiler. En başta benzeri çalışmayı 1988 yılında hazırlamış olan Pek Muhterem Suha UMUR Üstadıma minnetlerimizi belirtmek isterim. Bu çalışmanın her aşamasında NUR’undan faydalandırdı, yolumuzu ve bizi aydınlattı, yön gösterdi. Bazı binaları, o olmasaydı kesinlikle bulamazdık. O binalar bir isimden ibaret kalır, tarihin tozlu sayfalarında kaybolurdu. Muhterem Turgut TİFTİK ve Ahmet Hikmet TURAN Kardeşlerim yapıların günümüzdeki durumlarını görüntülemek için çok değerli vakitlerini ayırarak büyük mesai harcadılar. Muhterem Turgut TİFTİK Kardeşim bu sunumun bu hale gelmesini sağladığı gibi, projeyi de beraber oluşturduk. MİMAR SİNAN Locası Üstad-ı Muhteremi Muhterem Ahmet ŞENKUT Kardeşimize verdiği destek ve harcadığı mesai, ayrıca Ergin KOPARAN Kardeşimize de arşivimizden sağladığı belgeler için teşekkür ederiz.
Elbette tahmin edileceği gibi, bu kadar değerli Kardeşler destek verince elimizde bir makaleye, hatta bir sunu’ya sığmayacak bilgi, belge ve görüntü birikti. Bu belgeler arasında bilhassa Maşrık-ı Âzam’ın kuruluşuna ait olan 9 ve 15 Temmuz 1909 tarihli toplantıya davet sirkülerleri ile 13 Temmuz, 1 Ağustos, 9 Ağustos ve nihayet 10 Ağustos tarihli sirkülerlere dikkatinizi çekmek isteriz. Halen Muhterem Viktor SİDİ Üstadımız tarafından büyük bir itina ile ve 1909 yılının masonik ifadelerine uygun bir şekilde Fransızca’dan tercüme edilmekte olan bu belgeler bu çatı altında, ilk defa bu çalışma ile Kardeşlerimizin bilgisine sunulmaktadır. Bu vesile ile de bütün Kardeşlerimiz adına Muhterem Viktor SİDİ Üstadımıza harcadığı özverili büyük mesai için teşekkürü bir borç biliriz. Takdir edeceğiniz gibi, çok önemli bu belgeler başlıbaşına ayrı bir araştırma konusu teşkil etmektedir.
Sonuç olarak bu kadar birbirinden değerli Kardeşimizin desteğine ve uzun bir zaman dilimine yayılmış tüm çabalarımıza rağmen elbette bu çalışma tam ve mükemmel değildir. Kardeşlerimizin değerli katkıları ile eksiklerinin zaman içinde tamamlanmasını ümit etmekteyiz.
Şimdi sizlere makul bir sunum süresini aşmadan 1909 öncesine kısaca, satır başları ile değinip, esas olarak Maşrık-ı Âzam’ın kuruluşundan uyku dönemine kadar olan zaman dilimindeki gelişmeleri sunmaya çalışacağız. Ön plânda binalarımızı anlatırken, elbette ki beraberinde “Türkiye’de Masonluk Tarihini” de hatırlayacağız.
1909 ÖNCESİNDE MASONLARIN ÇALIŞTIKLARI BİNALAR
DANDRIA PASAJI
ASMALI MESCİD No:34
AĞAHAMAMI SOKAK No:12
Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî’nin kuruluşundan önce İstanbul’daki yabancı obediyanslara bağlı Localar büyük bir çoğunlukla Beyoğlu‘nda bulunmakta idiler. Bildiğimiz belgeye dayalı en eski adresler Grand Orient de France’ın 1885 yılında yayınlamış olduğu “Calendrier Maçonnique” adlı kitapta bildirilen, İstanbul’da Grand Orient de France’a bağlı olarak kurulmuş ve çalışmakta olan Localar’a ait bilgilerdir. Bu bilgiler Locaların ve o tarihteki Üstad-ı Muhteremlerinin isimlerini, kuruluş tarihlerini ve toplandıkları yerleri kapsamaktaydı. Buna göre L’Etoile du Bosphore Locası 1858 yılında; Proodos Locası 1867 yılında kurulmuştu ve her iki Loca’da Hollanda Sarayı karşısındaki Dandria Pasajı’nda (Bugünkü Tekos Çıkmazı) çalışmaktaydılar. Keza SER Locası da 1865 yılında kurulmuştu, Üstad-ı Muhteremi Artin Noradunkyan’dı ve Voyvoda Caddesi üzerindeki Noradunkyan Han’da çalışmaktaydı. Noradunkyan Han’ın Türkiye’deki Masonluk Tarihi’nde önemli bir yeri vardır ve görüleceği üzere 1909 senesinde gene karşımıza çıkacaktır. Diğer taraftan elimizdeki 1866 yılının Şubat ayına ait bir belgede de SER Locası’nın Asmalı Mescit 34 numaradaki, belgedeki ifadeyle “le temple maçonnique” de toplandığı görülmektedir. 1871 senesinde Grand Orient de France’a bağlı dört Loca ile Grande Oriente d’Italia’ya bağlı bir Loca Beyoğlu’nda, Ağahamamı sokağında üç sene için 12 numaralı binayı kiralamışlardı. Bu Localardan Proodos, döneminin fevkalade önemli bir Locasıdır. Veliahd Mehmed Murad Efendi (5.Murad) bu Loca’da tekris olmuş, ikinci ve üçüncü dereceye Ağahamamı sokağındaki bu binada yükselmiştir. Proodos Locasının matrikül defterinde V. Murad’ın kaydını görmektesiniz. Bu kayıtlarda Tekris, Geçiş ve Yükseliş tarihi olarak aynı gün, 08 Aralık 1872 tarihi yer almaktadır. Ayrıca Proodos Locasının mührünü ve Veliahd Mehmed Murad efendinin imzasını da görmektesiniz. İmza 10 Temmuz 1873 tarihinde Grand Orient de France’a yazdığı mektuptan alınmıştır ve Veliaht Murad imzasının sonuna masonik bir incelikle üç nokta koymuştur. Veliaht Murad’ın tekris edildiği, 18 Aralık 1872 tarihli, 4 sahifelik bir mektupla Grand Orient De France’a bildirilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun veliaht’ının tekris haberi Fransa’da ciddi bir heyecan yaratır. Bugün Ağahamamı Sokağı nisbeten eski halini korumaktadır, ancak sokağın başlarında yer alan binaların yerinde ellili yıllarda yapılmış apartmanlar vardır.
ÇİÇEK SOKAĞI
Arşivimizden ilk defa bugün gün Işığına çıkan, 3 Mart 1876 tarihini taşıyan ve Grand Orient de France’a gönderilmiş kat plânları, Suha Umur Üstadımızın 1988 yılında yapmış olduğu çalışmayı teyid etmektedir. Bu çalışmada bazı Locaların Kalyoncu Kulluğu Sokağı ile üç Horan Ermeni kilisesi arasında bulunan Çiçek sokağındaki bir evi kiralamış oldukları belirtilmiştir. Gerçekten de iki katı içeren ölçekli plânların üst katında toplantı salonu görülmektedir.
Toplantı Salonunda basamaklarla çıkılan Doğu özellikle belirtilmiştir. Çiçek Sokağına cepheli giriş katının iki yan cephesinin boş olması binanın müstakil olduğunu düşündürmektedir. 5 kapı numaralı binanın hemen önünde umuma açık bir çeşme bulunmaktadır. Bu herhalde o dönem için fevkalade önemli bir özellik olsa gerek. Çeşmenin simetriğinde, sadece girişte yer alan vestiyer diye tabir edebileceğimiz bir bölüm önce avluya oradan da giriş katı koridoruna bağlanmaktadır. Koridorun başında sağda üst kata çıkan merdiven, sol tarafında ise kütüphane yer almaktadır. Koridorun sağ tarafında merdivenden sonra Bekleme Odası, geçince son kısımda Tefekkür Hücresi bulunmaktadır. Binanın arka cephesinin bir bölümünde avlu olup diğer kısım binanın iki yan cephesi gibi boştur.
TOKATLIYAN OTELİ
Bütün bu süreç boyunca yabancı obediyanslara bağlı Localarda çalışan Türk Masonları Türk Masonluğu’nun milli teşkilatını kurmak amacındaydılar ve bu amaca ulaşmak için çalışmaktaydılar. Bu çalışmalarda 1907 yılında Brüksel’de yapılan uluslarası masonik toplantı önemli bir yer tutmaktadır. O döneme, bilhassa bu toplantıya ait belgeleri Belçika’dan temin ettik, muhtemelen bir hafta içerisinde elimize geçmiş olacak. 1908 Ağustosunda, Meşrutiyet‘in ilanından hemen sonra, Selanikten gelen Masonların, İstanbul‘da bulunan Masonlarla İstiklal Caddesinde, Splendid kahvehanesi üzerindeki Tokatlıyan Oteli salonunda Mıgırdıç Tokatlıyan Kardeşin yardımıyla bir toplantı yaptığı ve Ferid Asseo’nun Selanik’teki masonik faaliyetleri aktardığı anlatılıyor. Keza aynı amaçla Pera Palas'ta yapılan bir diğer toplantı da 20 Ağustos 1908 günü yayınlanan İkdam Gazetesinde haber olarak yer almaktaydı.
HACOPULOS PASAJI
Büyük Maşrık kurulmadan önce yabancı obediyanslara tabi Locaların bir çoğu Hacopulos Pasajı üstündeki bir mahalde toplanmaktaydılar. Hacopulos Pasajı bu dönemlerde Türkiye’deki Masonluk Tarihinde önemli bir yere sahiptir. Öyle ki, Maşrık-ı Azam’ın kurulmasından sonra dahi 1909, 1910, 1911 tarihli loca davetiyelerinde “Hacopulos Pasajı’ndaki Keller Salonunda toplanılacağı” ibaresi görülmektedir.
Hacopulos Pasajı, İstiklal Caddesi üzerinde, bugünkü konumuyla Galatasaray’daki Yapı Kredi’nin biraz çapraz karşısında 116 numaralı bina olarak yer alır. Pasajı kimin inşa ettirdiği hakkında farklı bilgiler var.
İstanbul Ansiklopedisi’nde, adını ilk sahibi zengin Rum tüccar olan M. Hacopulo’dan aldığına dair kayıt var. Başka bir kaynakta ise İstanbul’un en ünlü Rum bankerlerinden ve Adalar’ın eski belediye başkanlarından Kiryako John Hacopulos tarafından inşa edildiği belirtiliyor. Başka bir kaynak ise pasajın ilk sahibinin, Osmanlı İmparatorluğu’na borç verecek kadar zengin olan Galata bankerlerinden Yorgo Zarifi Hacopulo olduğunu öne sürmüş. Ama bütün bu kaynaklar, pasajın yapımına 1850’lerde başlandığı ve 15 Nisan 1871’de törenle açıldığı noktasında birleşiyor.
Bu tarih önemlidir, çünkü bir seneden az bir zaman önce, 11 Rebiülevel 1287 yani 5 Haziran 1870 Pazar günü öğleden bir saat sonra Feridiye Sokağı’nda Macar Riçini’nin kiracı olarak oturduğu evde çıkan yangın, rüzgârın yardımıyla olduğundan değişik yönlerde beş-altı kola ayrılarak etrafa yayılmıştır. Alevler Tarlabaşı’ndan Taksim’e kadar ilerlemiş, bir ucu Galatasaray Lisesi karşısında Cadde-i Kebir (İstiklal Caddesi) tarafına çıkmış, başka bir kol Bülbül Deresine inip oradan Papaz Köprüsü ile Emin Bey Cami civarına ve Sururi mahallesi sınırından Aynalı Çeşme’den İngiliz elçiliğini de içine alarak yine Galatasaray Lisesi civarına kadar uzanmıştır. Ayrı bir kol Kalyoncu Kulluğu tarafına ilerlemiş ve önüne rastlayan binalardan birçoğunu yakmıştır. Bu kolun ilerlediği sahada İtalyan elçiliğiyle, kâgir ve ahşap beş yüzden fazla ev ve dükkân yanmıştır. Beyoğlu yangınında toplam sekiz bin civarında bina yanmıştır.
Yanan binalar arasında şimdiki Çiçek Pasajı’nın bulunduğu yerde Beyoğlu’nun en süslü yapılarından biri olan Sultan Abdülmecit’in maiyetiyle birlikte, Dolmabahçe Sarayı’ndan atına binerek Galatasaray önlerine dek yerlere serili kırmızı halılar üzerinden gittiği Naum Tiyatrosu ile Ermeni Patrikhanesi, Portekiz ve Amerikan konsoloslukları, Britanya Elçiliği, Bon Marche Mağazası, Alman Hastanesi, Luxembourg Oteli, St. Jean Chrysostomos Kilisesi de bulunmaktadır.
Padişah Sultan Abdülaziz’in emri ile Taksim’deki Topçu Kışlası boşaltılarak felaketzedelere tahsis edilmiş, kışlanın karşısındaki talimhane meydanı ile Ermeni mezarlığına iki binden fazla çadır kurulmuştur.
Büyük yangın, 1870’den itibaren Beyoğlu’nun Taksim-Galatasaray kesiminde geniş boş alanlar yaratmıştır. İşte Hacopulo Pasajı böylesine büyük bir yangının üzerinden bir yıl bile geçmeden o yangın sonrası ortamda açılıyordu.
Hacopulo, üç ana kâgir yapısı, ortası avlulu T geçidiyle üstü açık pasaj tarzının tipik bir örneğidir. İstiklal ve Meşrutiyet Caddeleri’nin girişi iki kâgir yapının altından geçtiği için üstü kapalıdır. Pasajın 13 numaralı dükkânında Ahmet Mithat Efendi’nin evinin altına kurduğu matbaa yer alıyordu. Kardeşimiz Namık Kemâl’in 1872’de çıkardığı İbret Gazetesi de bu matbaada basılıyordu. 27 gün sonra gazete kapatıldı ve Ahmet Mithat Efendi ile Namık Kemâl, Hacopulo Pasajı’nda tutuklanarak sürgüne gönderildiler. Bu olaydan sonra pasaj Jöntürkler’in buluşma noktası oldu.
Büyük şair Ahmet Haşim’in de uğrak yerlerinden biriydi Hacopulo. Bazen gelir avludaki çay ocağında kahvesini yudumlar ama sık sık pasajdaki Acem lokantasında boy gösterirdi.
Namık Kemal’in müdavimi olduğu yıllarda, kuaför Valentin Kardeşler, halıcı Filipoviç, görkemli lokanta ve meyhanesiyle Kamelos, Paris somya ve karyolalarını satan Neyrat, Pera’nın güzel hanımlarına hizmet veren terzi Matmazel Adel, ünlü erkek terzilerinden Foskolo, Armao, Barbagalo ve Marengo uzun bir süre bu pasajın saygın isimleri arasında yerlerini almışlardı. Said Nahum Duhani’nin ve Recaizade Mahmut Ekrem’in eserlerinde söz ettikleri ünlü ayakkabı ve çizme yapımcısı Heral’ın dükkanı da buradaydı. Keza fotoğraf sanatçısı Ara Güler’in babası Dacat Güler’in eczanesi de pasajın içindeki 38 numaralı dükkânda idi. Bütün bu saygın isimlerin yanısıra bizim için en önemlisi, o devir Masonları da bu pasajın üst katlarında toplanıyorlardı.
Hacopulos pasajının İstiklal Caddesi üzerindeki cephesi gayet dar ve gösterişsizdir. Cepheden baktığınızda 2 katlı, fazla dikkat çekmeyen ufak bir yapı olarak görülür. Girişin üzerinde kendisini tutan kilit taşı biraz süslü ama genelde sade bir kemer yer alır. Kemerin üzerindeki ufak, kirli karelerden oluşan pencere sanki yüzyılı aşkın bir zaman diliminin ağırlığı altında yıpranmış gibidir. Pencerenin üzerinde süslüce balkon kirişleri ve nihayet en tepede sade bir alınlık. Sonuç olarak ön cephenin insanda bıraktığı izlenim dikkat çekmeyen, iddiasız, hele İstiklal Caddesine, Pera’ya göre fevkalade mütevazı, yorgun bir yapı. Ancak o gösterişsiz girişten avluya doğru ilerlediğinizde, attığınız her adım sizi giderek renklenen büyüleyici bir ortama doğru sürüklemeye başlar. Pasajın büyüsü sizi sarmaya başlamıştır.
Avluda kendinizi bir Venedik yapısında gibi hissedersiniz. Hele o avluya ve avluyu çevreleyen yapıya bir Mason gözüyle, orada nelerin yaşanmış olduğunu bilerek bakınca belki de üst katlarda atalarımız üstatlarmızı görür gibi olursunuz. Hacopulos Pasajı bu yönleriyle, bilhassa gizemiyle Nuruziya binamızı ve onun gizemli koridorlarını anımsatır. Pasajın insana hazırladığı son sürpriz Emir Nevruz Çıkmazı’na komşu olan Rum Ortodoks kilisesi Panayia İsodion’a açılan çıkışı ile Meşrutiyet Caddesine bakan arka cephesidir. O dar cepheli, iki katlı ufak yapının yerine geniş gövdeli, hacmiyle caddeye damgasını basan, üstünde yer alan yanlardaki iki kulesi ile beş katlı heybetli bir bina gelmiştir sanki. Bir bina bir avluyu geçmekle bu kadar değişsin, insan inanmakta zorluk çeker, bu bina aynı bina mı diye şaşırır.
Hani biraz daha ileri gidip de sembolik bir benzetme yapsak, Hacopulos pasajı bir asrı çoktan aşmış bir zaman diliminin üzerine yüklediği yorgunluğa, insanların bütün kadirbilmezliğine ve hoyratlığına rağmen.
MASONLUK GİBİ SADE,
MASONLUK GİBİ SADE OLDUĞU KADAR ZARİF VE HOŞ,
MASONLUK KADAR GİZEMLİ,
MASONLUK KADAR İNSANI CEZBEDEN,
MASONLUK KADAR DA ŞAŞIRTICI VE
ZOR TARİFLENEN KENDİNE ÖZGÜ BİR YAPI.
NORADUNKYAN HAN
II. Meşrutiyet’in ilanı ile İmparatorluğun, bilhassa İstanbul’un her tarafını saran Hürriyet rüzgârları millî bir masonik teşkilat kurma çalışmalarını hızlandırır. Bunun sonucunda 3 Mart 1909 tarihinde Yüksek Şûra’nın (Şura-yı Alî-i Osmanî) uyandırılışı gerçekleştirilmiştir. 1909 yılı Haziran ayındaki toplantı sonrası Şûra’nın tekrar çalışmalarına başladığı yayınlanan bir sirkülerle ilgili bütün masonik kuruluşlara bildirilir. Artık sıra Yüksek Şûra’nın Maşrık-ı Azam-ı Osmanî’yi kurmasına gelmişti. Bu amaçla 9 Temmuz 1909 tarihinde bir sirküler yayınlandı ve Osmanlı topraklarında çalışan Locaların delegeleri 13 Temmuz 1909 Salı günü sabah saat 10 da Galata Noradunkyan hanında Viktorya de Berlin Sigorta Şirketinin Türkiye mümessili David J. Kohen biraderin yazıhanesinde gerçekleştirilecek toplantıya davet edildiler.
Karaköy’de, Bankalar Caddesinin, eski adı ile Voyvoda Caddesi’nin sol başında bulunan 7 No'lu bu bina 1950’lerdeki meydan düzenlemesi sırasında yıkılmıştır.
KULOĞLU SOKAK’TA KİRALANAN BİNA
9 Temmuz 1909 tarihinde yayınlanan sirküler, Amir-i Hakim-i Âzam Prens Aziz Hasan Paşa, Joseph Sakakini ve toplantının yapılacağı yazıhanenin sahibi David J. Kohen biraderler tarafından imzalanmıştı. 13 Temmuz günü yapılan toplantıya 14 delege katıldı. Bu delegeler Hakim Büyük Amir Prens Aziz Hasan Paşa, İspanya Obediyansına bağlı Constitution Locası’ndan Avukat Osman Talat, İtalya Obediyansına bağlı Makedonya Rizorta Locası’ndan Bohur Kamhi, İtalya Obediyansına bağlı İtalya Rizorta Locası’ndan Raphaelle Ricci ve gene İtalya Obediyansına bağlı Bizansiyo Rizorta Locası’ndan Edouard de Nari, Victor Algranti, Feyzi Menahem, Jak Suhami, Andre Antipas, Victor Mordo ile Fransız Obediyansına bağlı Renaissance Locası’ndan Jean Siatis, Georges Chassatis, David J. Kohen ile Michel Noradunkyan Kardeşlerdi. Toplantı yapılan hanın isminin de Noradunkyan Han olduğuna dikkatinizi çekmek isterim. Yapılan müzakereler sonucunda Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî’nin kurulması uygun bulunmakla beraber, Kemalettin Apak Üstadın naklettiği gibi, “ileride hiçbir itiraz ve tenkide mahal kalmaması için o günkü nisabın üstünde bir nisap ile işe girişilmesini kararlaştırarak, saat 12 de, tam zeval, yani öğle vaktinde imzaladıkları bir zabıtla, Büyük Maşrık vazifedarlarının intihabı, yani Büyük Görevlilerin seçimi, nizamnamesinin tanzimi ve diğer Mason kuvvetlerine bu teşekkülün tebliği için 1 Ağustos 1909 Pazar günü Hacopulos Pasajı üzerindeki lokalde ikinci bir içtima yapılmasını ve bu hususta munzam bir sirküler daha neşrolunmasını kabul ettiler“.
Bu noktada olayların akışına bir ara vererek iki önemli konu üzerinde durmak gerekir:
Bunlardan ilki, biraz önce Apak Büyük Üstadın kitabından alınmış satırlarda ve bugüne kadar hemen hemen bütün kaynaklarda, ki onlar da muhtemelen bu bilgiyi Apak üstadın kitabından almış olmalılar, 1 Ağustos 1909 günü toplantının Hacopulos Pasajı’nda yapıldığının belirtilmesidir. Halbuki bu araştırma ile Kardeşlerin bilgisine sunulan orijinal belgelerde toplantı yeri olarak çok açık bir şekilde Pera Kuloğlu Sokağı’ndaki ”Temple maçonnique” gösterilmektedir. Bu da aklımıza Yüksek Şûra’nın 3 Mart 1909’dan beri nerede çalıştığı ve Kuloğlu Sokağı’ndaki binanın ne zaman kiralandığı sorusunu getirmektedir. Mamafih bu belgelerin ışığı altında kesin olan 1 Ağustos 1909 tarihindeki Maşrık-ı Âzam-ı Osmanî’nin kuruluş toplantısının Hacopulos Pasajı’nda değil, Kuloğlu sokaktaki binada yapılmış olduğudur. Aynı şekilde bu bina 1 Ağustos’taki toplantıdan sonra kiralanmamıştır. Bugüne kadar bilinenin aksine 13 Temmuz’da Kuloğlu Sokağı’ndaki bina vardı ve masonik toplantı yapılabilecek şekilde tezyin edilmiş vaziyette idi.
İkinci ve en önemlisi, her ne kadar atalarımız üstatlarımızın titizlenerek “ileride hiçbir itiraz ve tenkide mahal kalmaması için o günkü nisabın üstünde bir nisap ile işe girişilmesini kararlaştırmalarına” rağmen yapılan işlemin aslında hiçbir şekilde masonik intizam kaidelerine uymaması idi.
Tatbik edilen bu usul önlerindeki yarım asrı aşan süre boyunca Türk Masonları’nı fena halde uğraştıracaktı.
Ama ne beis; memlekette o güne kadar hiç tadılmamış bir hürriyet rüzgarı esmekteydi. Her tarafı “Eşitlik, Kardeşlik, Hürriyet” sloganları inletmekteydi. Celil Layiktez Üstadın belirttiği gibi Amaçları hayırlıydı, Milli Masonluğun merkezi olacak bir Büyük Loca kurmak istiyorlardı. Kurucuların çoğu ittihatçı ve siyasi kişilerdi ve onların masonik bilgileri pek fazla değildi.
Zaten onlar aslında Abdülhamid’e karşı hürriyeti ararken Masonluğa bulaşmışlar, Localarda örgütlenmiş ve çalışmışlar, ama galiba bu arada Masonluğa da fena halde ısınmışlardı.
1 Ağustos 1909 Pazar günü Kuloğlu Sokaktaki binada yapılan toplantıya muhtelif Localara mensup 29 birader katılmıştı. Toplantı Prens Aziz Hasan Paşa’nın başkanlığında açılır. Toplantının geçici görevlileri atanır, daha sonra HBÂ Prens Aziz Hasan Paşa kendisinden daha kıdemli olduğu gerekçesiyle toplantının yönetimini Sakakini biradere devreder. Toplantı birinci derecede Sakakini’nin yönetiminde devam eder, önce toplantı kâtibi Herkül Diyamantapulo Birader 15 Temmuz tarihli davet sirkülerini okur, sonra söz alan Nadra Mutran üstadı bulunduğu Uhuvvet-i Osmaniye Locasının Mısır Obediyansı’ndan ayrılarak Türk Obediyansı’na geçmeye karar verdiğini bildirir.
Söz alan David J. Kohen Birader de Rönesans Locasından ayrılan bazı biraderlerin Terakki ve İttihat Hakiki Muhipleri unvanı ile Türkiye Obediyansı hakimiyeti altında bir Loca tesisine karar verdiklerini ve bunu arz etmek için üç kardeşin murahhas olarak toplantıya geldiklerini bildirir. Gerçekten de 6 numaralı bu Locanın kuruluş tarihi 1 Ağustos 1909 dur ve kuruluşu toplantıda karar altına alınmıştır.
Bu işlemlerden sonra toplantıya kısa bir ara verilir, aradan sonra yapılan seçimlerde İlk Büyük Üstat Talat Paşa ve ilk Büyük Görevliler seçilir.
Bu toplantıya katılanların listesini incelediğimizde bir önceki sirkülerin altında imzası olmasına rağmen ilk toplantıya katılanlar arasında ismini görmediğimiz Joseph Sakakini’nin bu toplantıya katıldığını ve hatta devralarak toplantıyı yönettiğini görüyoruz. Üstelik HBÂ Prens Aziz Hasan Paşa ve Mebus Ahmet Nesimi gibi, 9 Mart 1909 günü kurulmuş olan 1 numaralı Vatan Locası adına.
Katılanlar listesindeki ikinci dikkat çeken nokta, 13 Temmuz’da yapılan toplantıya İtalya Obediyansına bağlı Bizansiyo Rizorta Locası adına katılan Jak Suhami’nin, ilk toplantıdan 9 gün sonra 24 Temmuz 1909 günü kurdukları Şafak Locası delegesi olarak katılıyor olması.
Türkiye Büyük Locasının (Maşrık-ı Azam-ı Osmanî) Kuloğlu sokağındaki binada kaç sene kaldığını bilmiyoruz. Ancak istifasına kadar Rıza Tevfik Kardeşin Büyük Üstadlığı bu binada geçmiş olduğuna göre en az 1921 senesine kadar burada kalınmıştır.
Kemalettin Apak Üstat bu bina ile ilgili şöyle enteresan bir vaka nakleder:
Rıza Tevfik Kardeşin Büyük Üstadlığı esnasında Hürriyet ve İtilafçıların binayı basacaklarını haber alan Nail Reşit, Emin Ali, Doktor Jak Suhami ve daha birçok birader hemen lokale koşarak keyfiyeti orada bulunan kardeşlere de bildiriyorlar ve bütün evrakı ve defterleri alıp kaçırıyorlar. Bu sırada Nail Reşit birader baskına memur edilen zat ile görüşmeye karar veriyor ve onu tanıyan bir birader vasıtası ile memur ile konuşmaya başlıyor. Gayet etkileyici ve ikna edici konuşan Reşit birader memuru ikna ettiği gibi ona masonik umdeleri de aşılıyor. Adam ikna olduğu gibi yandaşlarını da ikna ediyor ve tehlike bertaraf ediliyor. Bu arada Rıza Tevfik istifa ediyor ve yerine Fuat Hulusi Demirelli geçiyor.
İKNA EDİLMİŞ OLAN ZAT İSE BİR MÜDDET SONRA TEKRİS OLUYOR.
Bu arada sizlere Nail Reşit birader hakkında kısaca bilgi vermeye çalışayım:
Maarif memuru olan Nail Reşit birader 1908 yılı sonlarında Mısır’a giderek, Mısır Üstad-ı Âzamı İdris Ragıp ile görüşür. İdris Ragıp birader, Türkiye’de artık Meşrutiyet ilan edilmiş bulunduğuna göre Millî Mason teşkilatının kurulmasının lüzumunu anlatır ve bu hususta her türlü yardım yapmayı vaad eder. Nail Reşit, İdris Ragıp’dan aldığı çekiçleri, önlükleri ve diğer âletleri ve bu meyanda Mısır’da hemen Arapça’dan Türkçe’ye tercüme edilerek orada basılan ilk üç dereceye ait ritüelleri bir sandık içerisinde İstanbul’a getirir.
İşte bu işler böyledir: Herkes Mısır’dan hatıra getirir, hediye getirir; Masonlar sandık içinde çekiç, avadanlık ve ritüel getirir. Neyse biz Nail Reşit biraderin sergüzeştlerine devam edelim:
İstanbul’da kendisinden birkaç gün önce Mısır’a gidip İdris Ragıp’la biraraya geldiklerini öğrendiği Osman Fehmi ve Mehmet Tevfik ile Doktor Mehmet Ali Baba biraderi bulur. Hep beraber faaliyete geçerler. Birkaç ay evlerde toplanıp tekrisler yaparak âza adetini çoğaltırlar. Ondan sonra da Şükrü Rıza biraderin Beyoğlu’nda Tarlabaşı civarında tuttuğu ve döşediği binada faaliyete başlayarak yeni mahfillerin kurulması için hazırlığa başlarlar. Gerçekten de Nail Reşit birader Türkiye’deki Masonluk Tarihi çok önemli bir yeri olan RESNE Locası ile 28 Haziran 1909 tarihinde kurulan 3 numaralı VEFA Mahfil-i Muhteremi’nin kurucularındandır, aynı zamanda VEFA Mahfil-i Muhteremi’nin ilk Üstad-ı Muhteremi’dir. Fuat Hulusi Demirelli, Mehmet Ali Haşmet, Muhittin Celâl Duru gibi Türk Masonluk tarihinde iz bırakmış önemli Kardeşleri bünyesinde barındıran Vefa Mahfilinde bir dönem daha Üstad-ı Muhterem’lik yapan Nail Reşit 12 Nisan 1918 tarihinde de 37 numaralı İntibah Mahfili’ni kurmuştur.
İşte Nail Reşit birader böyle çalışkan bir Kardeşimizdi.
Kuloğlu Sokağındaki bina ile ilgili olarak Pek Muhterem Suha UMUR Üstad 1988 yılının Mart ayında yayınlanan “ŞAKUL GİBİ” dergisinin 2. sayısında yer alan tefrikasında şöyle yazmış:
“Bina bugün de mevcuttur, ancak daire daire kiraya verilecek şekilde tadil edildiği için iç taksimatının ne şekilde olduğu ve toplantıların nerede yapıldığını anlamak mümkün değildir.“ Binanın 1988 yılı Mart ayındaki halinin fotoğrafı da "ŞAKUL GİBİ" dergisinin 2. sayısının kapağını süslemektedir. Kapaktaki fotoğrafın Suha Üstadın naklettiği hoş da bir hikayesi var:
Suha UMUR Üstadımız binanın fotoğrafını çekerken genç irisi bir adam hışımla Üstadın yanına gelir ve sertçe:
Bizim binanın resmini niye çekiyorsun bey? der. Suha üstadın gencin tavrına aldırmadan
Bu binada eskiden uzun süre Masonlar bulunmuş, onun için çekiyorum cevabını vermesi üzerine gencin tutumu birden değişir.
Doğru, haklısınız bey. Babam bize hep anlatırdı der.
İtiraf etmek gerekirse o dönemin binalarını araştırırken beni en çok bu bina zorladı. Sokağın ismi değişmişti. Herhalde bu bizim ülkemizde çok da yadırganacak bir şey değil. Mahallenin muhtarı vasıtasıyla sokağı bulmama rağmen binayı bulmak bir türlü mümkün olmadı. Defalarca elimde fotoğraf sokağı taramama rağmen bina yoktu. Bir alt, bir üst sokakları, yetmedi o çevredeki bütün sokakları araştırdım, yok, yok, yok. Bina yoktu. Fotoğrafın alt ortasında bir küçük tabela dikkatimi çekti. Çok küçük olduğu için okunmuyordu. Büyütüp okudum, tabelada “Sinema çıkışı kapısıdır. Park yapılmaz.” yazıyordu. Tahmin edileceği üzere bu defa elde fotoğraf, o civardaki sinemaların çıkışlarını araştırdım. Bu çabalarım da sonuçsuz kaldı. Binayı bulmaktan hemen hemen ümidimi kesmiş vaziyette iken durumu Pek Muhterem Suha Umur üstada anlattım. 1948 yılındaki uyanışın hemen akabinde kiralanan, bugüne kadar sadece bir isimden ibaret Ayla apartmanının bile bulunduğunu, ama elimizde fotoğrafı bulunan Kuloğlu sokaktaki binayı bir türlü bulamadığımızı naklettim. Suha üstadın cevabı net ve kısa oldu.
Haydi, gidelim. Beraber bakalım. Hem Ayla Apartmanını da görmek isterim.
Levent’e beraber geldiğimiz Muhterem Ahmet Şenkut kardeşimiz imdada yatişti, onun aracıyla önce Sıraselviler Caddesindeki Ayla apartmanına gittik, oradan Tel Sokaktaki bugün okul olarak kullanılan binaya geçtik. Şoför bizi orada bıraktı. Biz üçümüz yürüyerek Kuloğlu sokağa geçtik. Uzunca bir süre sokağı taramamıza rağmen binayı bulmak mümkün olmadı. Suha Üstadın burada olmalıydı dediği yerde 4 katlı bir iş hanı vardı. Ümitlerimizin kırılmaya başladığı bir anda iş hanının yanındaki harap, bahçeli ayrık nizam konumlanmış, muhtemelen yakın zamanda yıkılıp yeniden yapılmak üzere boşaltılmış bina Suha Üstadın dikkatini çekti. 1988 yılında çekilen fotğrafa alttaki binanın yan cephesi girmişti. O binanın yan cephesinde üç tane balkon ve o balkonların çok karakteristik parmaklıkları görünüyordu. Aradığımız binayı bulamamıştık ama yanındaki binayı bulmuştuk. O andan sonra herşey süratle ve kolayca çözümlendi. Yaptığımız araştırmalar sonucu sinema çıkışının Yeni Melek Sinemasına ait olduğunu ve üzerinin kapatılarak bir kafeye dönüştürüldüğünü, binanın yıkılıp yerine 4 katlı Fatma Girik’e ait Girik iş hanının yapıldığını öğrendik. Kuloğlu mahallesinin o bölgesinde birçok sokağın isimleri değiştirilmişti. Örneğin bir alt sokak Sadri Alışık Sokağı olmuştu. Maşrık-ı Âzam’ın 1909 yılı Ağusos ayında kurulur kurulmaz taşındığı ve on yıldan fazla bir süre kaldığı Kuloğlu Sokağı ise mutlu bir tesadüf sonucu Sevgili Kardeşimiz Ayhan Işık’ın adını almıştı.
Eğer o gün Suha Üstat bizimle gelmeseydi veya birkaç ay geç kalmış olsak ve yandaki bina yıkılmış olsaydı, Kuloğlu Sokağındaki binanın yeri de muhtemelen tarihin tozlu sayfaları arasına karışmış olacaktı.
TEL SOKAĞINDAKİ BİNA
Cumhuriyetten sonra adı “Türkiye Büyük Maşrıkı” olan Büyük Locanın, Şişhane karakolu civarında bir binaya, daha sonra da Taksim taraflarında bir yere taşınmış olduğunu En Muhterem Kemalettin Apak Kardeşin kitabından öğreniyoruz. Bu binaların yerlerini tespit etmek artık mümkün değildir.
Büyük Loca, Nuru Ziya sokağındaki kendi binasını satın almadan evvel, 1925 senesinde gene Beyoğlu’nda başka bir binaya taşındı. Büyük Loca, dört sene kalacağı Tel sokağı (eski adı Telgraf sokağı) 15 numaradaki bu 4 katlı, geniş ve heybetli büyük binanın sadece sağ kanadını kiralamıştı.
Heyet-i Daime’nin (Büyük Görevliler Kurulu) seçtiği Saltiyel, Kemal ve Suhami Kardeşlerden teşkil olunan komisyonun yaptığı hazırlıklarla bina ve binada bulunan yeni Mabet 6 Şubat 1925 Cuma günü yapılan bir merasimle çalışmalara açıldı. Açılış davetiyesi Fransızca idi ve şöyle denmişti:
BİNA ARAYIŞLARI
Türkiye Büyük Locası Tel sokağındaki binaya taşındığı 1925 senesinden beri kiradan kurtulup kendi yerine sahip olmayı arzu etmekte idi. Masonluk artık bu güce sahipti ve bu mesele, Kardeşler arasında sık sık görüşülüyordu.
Nihayet 1927 senesinde bir fırsat doğdu. Taksim’de, Sıraselviler’de o zaman Amerikan Hastanesi olan binanın karşısında, banker Velastari’ye ait bir binanın satılık olduğu bildirildi. Gerek semt itibariyle, gerekse iç teşkilatı bakımından elverişli olan binaya bitişik iki ev ve bir garaj da beraberinde veriliyordu. Bütün bu mülkün tamamı için 60.000 (lira isteniyordu. Büyük Loca’nın elindeki mevcut para ise, üç balo’dan elde edilmiş olan 20.000) lira idi.
Bu arada sadece üç balo sonucu bina alımı için 20.000 liranın, yani bina bedelinin üçte birinin elde edilmiş olması, o tarihlerde yapılan Mason Balolarının ehemmiyetini göstermesi bakımından önemlidir.
Bu durum karşısında bina satın alınmasını görüşmek üzere “Türkiye Maşrık-ı Âzamı Heyet-i Umumiyesi” (Büyük Loca Genel Kurulu), fevkalade toplantıya çağırıldı. Gündem, “Satın alınacak lokal hakkında Heyet-i Daime’nin (Büyük Görevliler Kurulunun) teklifi” idi.
Genel Kurul, 5 Mayıs 1927 Perşembe günü saat 18.00’de “mahall-i malûmda” toplandı ve bu toplantıda, yeni lokal binasının satın alınmasına ve bunun için yapılacak muameleye dair kararlar alındı. Bu kararlara göre, binanın 60.000 liraya kadar bedel mukabilinde, İstanbul Vadisinde çalışan Türk Mason müessesatı namına satın alınabilmesi için Daimi Heyet’e yetki verildi. Bina bedelinin 20.000. lirası üç balo hâsılatından elde edilen meblağdan arttırılmış olduğuna göre, kalan 20.000. lirasının, çıkartılacak olan tahvil karşılığı Biraderlerden, 20.000. lirasının da bankalardan borç alınmak suretiyle karşılanmasına karar verildi. Medeni Kanun yürürlüğe gireli henüz altı ay olmuştu. Bu kanunun “hükmi şahsiyet” hakkındaki Maşrık-ı Âzami’nin İstanbul’da çalışan müessesatı namına kaydının nasıl yapılacağı da araştırılacaktı.
Banka veya bankalardan alınacak para üç sene zarfında faizi ile birlikte ödenecek, Biraderlerden tahvil karşılığı alınacak para ise, faizsiz olarak ve beş senede ödenecekti. Borcun, bu binadan istifade edecek “müessesat-ı Masoniyye’nin” (yani Locaların) verecekleri kira bedelleri, her sene verilecek balo vs.nin safi hâsılatı, bina ile beraber satın alınacak iki ev ve garajın kiraları, tekris, terfi, tebenni vs. harçlarına yapılacak zamlar ve bu maksatla yapılacak teberrularla ödenmesi plânlanmıştı.
Binanın satın alınması ve sair muamelelerin yapılabilmesi için yedi kişilik bir “Lokal teferruğ komisyonu” kurulmuştur. Bu komisyon tarafından her biri on liralık 2000 tahvil çıkartılacak ve Biraderlere dağıtılacaktır, isteyen istediği kadar tahvil alabilecektir. Herhangi bir mecburiyet olmadığı kayıtlardan anlaşılmaktadır.
Görmekte olduğunuz bu tahvilin üzerinde şunlar yazıyordu:
İstanbul Vadisinde çalışan Localar, kira bedeli ve lokal masrafları karşılığı olarak senede üçyüzer lira ödeyeceklerdi. Bu meblağın ikiyüzellişer lirası bina borcu tamamen ödenene kadar başka hiçbir yere sarf edilemeyecekti.
Bundan başka, İstanbul’da çalışan Localar, tekrislerden beşer lira, ikinci dereceye terfilerden ikişer, üçüncü dereceye terfilerden üçer lira, intizama avdetlerden beşer ve tebennilerden ikişer lira munzam lokal resmi alarak “Lokal teferruğ komitesi”‘ne ödeyeceklerdir. Bu resim, borç ödenip bittikten sonra alınmayacaktır.
Çok kısa bir zaman sonra, binayı satın alabilmek için, yeni Medeni Kanun’a göre bir cemiyet kurulması (hükmi şahsiyet) zarureti anlaşıldı ve bu sebepten “Tekamül-ü Fikrî Cemiyeti” kuruldu. “İstanbul Vadisinde Türkiye Maşrıkı’na tabi olarak muntazaman çalışmakta olan bilumum Mahfili ve müessesat-ı Masoniyeye mensub bütün muntazam Biraderler TEKAMÜL-Ü FİKRÎ Cemiyetinin tabiî âza-yı müessisi addolunmuşlardır.”
Birkaç ay içerisinde tahvillerin büyük bir kısmı satılır, imkânı olan Kardeşler, birden çok tahvil almışlardır. Maşrık-ı Azam, ne vermeyeni teşhir eder, ne de vereni “bu da verdi” diye ilân eder.
Ne var ki, işler düşünüldüğü gibi yürümez, çünkü binanın satın alınmasında bir ihtilaf çıkar. Bu ihtilafın ne olduğunu bilmiyoruz, fakat sonuçta bina alınamaz. Zamanın Büyük Görevliler Kurulu, Genel Kurulu toplantıya çağırır. 20 Ocak 1928 tarihinde toplanan Genel Kurul, zuhur eden mâniayı nazarı dikkate alarak, Lokal Teferruğ Komisyonu tarafından tesis edilmiş olan “Tekâmül-ü Fikrî Cemiyeti” idare Heyetince tensip ve Heyet-i Daime’ce (Büyük Görevliler Kurulu) tasdik edilecek başka bir binanın aynı esaslar çerçevesinde satın alınması için Heyet-i Daime’ye salahiyet verir. Yeni satın alınacak binanın bedeli 60.000 lirayı geçmeyecektir. Obligasyonlar suretiyle Kardeşlerden toplanmış ve toplanmakta olan para binanın satın alınmasından başka yere kullanılmayacaktır.
NURU ZİYA 25 NO'LU BİNA
Satın almak için başka bir bina aranır ve Kardeşlerden bu hususta yardım istenir. Bütün bunlar epeyce zaman alır ve nihayet 1928 yılının sonuna doğru, Nuru Ziya Sokağındaki, o zamanki adı ile Polonya sokağındaki 25 numaralı bina, düşünülenden daha ucuz bir fiyata satın alınır. Bina, dört balo hâsılatı (bu arada bir balo daha yapılmıştır), tahvillerden gelen paralar ve munzam harçlarla satın alınmıştır, dışarıdan ödünç para almaya hacet kalmamıştır. 1928 senesi sonunda binada tadiller ve tamirler yapılmakta olduğu için biraz daha paraya ihtiyaç vardır. Bunun için ilk tahvil kuponu 1928 senesi yerine 1930’da ödenecektir ama beş kuponun, beş sene yerine üç senede ödeneceği de tahmin edilmektedir.
Nihayet, belgede ifade edildiği şekliyle “Sani-i Âzamı Kainatın lütfü ve bütün Kardeşlerin gayreti ile” satın alınan lokalin açılış merasimi, 5 Nisan 1929 Cuma günü yapılır. Hazır bulunan Kardeşlerden pek çoğu daha o gün, ellerindeki tahvilleri teberru ederler.
Maşrık-ı Azam, obligasyonları borcu olarak tanıdığını ve arzu eden Biraderlere vadelerinde ödeyeceğini, fakat kendi malımız olan binamızın açılması şerefine bunları terk ve teberru edenlere müteşekkir kaldığını da bir tamimle bildirir.
Binanın tamiratı için şimdiye kadar 2500 lira harice borç edilmiştir, işin tamamlanması için daha 2000 liraya ihtiyaç vardır. 5 Mayıs 1927 tarihli Genel Kurul toplantısında alınmış olan karar gereği, bundan böyle her Mahfil, kira bedeli ve lokal masrafları için senede 300 lira vereceği gibi, her tekristen 5, her ikinci derece terfiinden 2, her üçüncü derece terfiinden 3, her intizama avdetten 5, ve her tebenniden 2 lira “munzam lokal resmi” alınıp, aidatı ile birlikte Maşrık-ı Azam‘a gönderilecektir.
Mabedin açılış merasiminde toplanan paralar ise, Masonluğun kurmuş olduğu Himaye-i Etfal Cemiyeti’ne (Çocuk Esirgeme Kurumu) gönderilir. Ayrıca, 23 Nisan’ın Çocuk Bayramı olması sebebiyle bütün Localarda Nisan ayı zarfında keselerde toplanan paranın Çocuk Esirgeme Kurumuna gönderilmesi ittifakla kararlaştırılır ve bunun her sene tekrarlanması istenir. Bir buçuk sene sonra bütün meseleler halledilmiş, borçların büyük kısmı ödenmiştir. Zaten Kardeşlerin bir kısmı tahvillerini teberru etmişlerdir. Nihayet, 1 Ocak 1930’dan itibaren harçlardan alınmakta olan zamlar kaldırılır. Locaların ödemekte oldukları kira bedelinde de tenzilat yapılır ve bu bedel, 29 kişiye kadar azası olan Localar için 100 lira, 30-49 azası olan Localar için 150 lira, 50’den fazla azası olan Localar için de 200 lira olarak tespit edilir.
Binanın bulunduğu Nuruziya sokağı (o zamanki adı Polonya sokağı, daha eski adı, Leh sokağı), 1849 senesinde geçirmiş olduğu bir yangın neticesinde tamamen kül olmuştu. Alınan karar gereği bundan böyle bu sokağa yapılacak binalar kâgir olacaktı.
Bir başka kaynaktan “Annuaire Oriental du Commerces” adlı kitaptan 25 numaralı binanın, 1889-1890’da İtalyan Erkek Mektebi, 1905’te ise İtalyan Başkonsolosluğu olduğunu öğreniyoruz.
En Muhterem Kemalettin Apak Kardeşimiz kitabında Nuruziya Sokak’taki binayı şu şekilde anlatıyor:
En sonunda yine Beyoğlu’nda, Polonya Sokağındaki 25 numaralı büyük bir bina satın alınıp tamir ve tadil edilmiş ve 5 Nisan 1929 tarihinde küşat resmi yapılmak suretiyle kendi malımız olan, geniş ve müteaddit salonları ihtiva eden güzel bir lokale kavuşulmuştur. Bir müddet sonra da İstanbul Belediyesindeki biraderlerin cemilekâr bir hareketiyle, lokalimizin bulunduğu sokağın ismi değiştirilerek, Polonya Sokağı yerine Nur ve Ziya Sokağı adı verilmiş ve levhası asılmıştır.
Gerek Yüksek Şûra, gerekse Büyük Maşrık ve bunlara tâbi bütün remzî ve yüksek derece mahfilleri, hatta obediyansımıza iltihak edinceye kadar bazı ecnebî locaları bile hep bu lokalde toplanarak, 1935 senesinde Masonluk faaliyetini durduruncaya kadar burada çalışmışlardır.5-13 Eylül 1932 tarihleri arasında İstanbul’da akdedilen Milletlerarası 8. Masonik Konvan da yine toplantılarını bu lokalde yapmıştır.
Aslında Kemalettin Apak Büyük Üstadın bu kadar methettiği bina 1928 senesinde satın alındıktan sonra elden geçirilmiş, fakat pek az tadil edilmişti. O tarihte binada sadece bir Mabet ile bürolar bulunmakta idi. A Mabedi, büyük yemek salonu ile eski üstatlarımız bilir ve dudaklarında hafif, anlamlı bir tebessüm ile yâd ederler, alt kattaki yemek salonu ve mutfak, 1954 yılından sonra ilave inşaat sureti ile yaptırılmıştır.
Nisan 1929’dan 1935 senesindeki kapanışa kadar İstanbul’daki Masonlar bütün toplantılarını bu binada yapmışlardır. 1935’te Masonluk faaliyetini tatil edince, bina, İçişleri Bakanlığının emri ile Halkevleri için kullanılmak üzere eşyası ile birlikte, Cumhuriyet Halk Partisi Başkanına teslim edilmiştir. Beyoğlu Kadastro Komisyonun 31 Ocak 1941 tarihli kararı ile de “Her ne kadar Cumhuriyet Halk Partisinin işgali altında ise de, Parti adına talep mesbuk olmadığı için Medeni Kanunun 50. maddesi mucibince Maliye Hazinesi adına tedavülü uygun görülmüş” ve öyle de yapılmıştır.
Üstadı Muhterem, Aziz Kardeşlerim;
Tarih içindeki uzun yolculuğumuz Türk Masonlarının Uyku Dönemine kadar ulaşmış oldu. Söylenecek elbette daha çok söz, gösterilecek, hatta bazılarının günışığına ilk defa çıkacağı çok belge var. Ama zaman tükendi. Sizlerin sabrını daha fazla zorlamak istemeyiz.
Sözlerimi Ömer Hayyam’ın bir rubâisi ile bitiriyorum:
Dünyaya önce gelenler; sonra gelenler:
Hepsi gidecek buradan birer birer.
Kimse kalıcı değil bu eski sarayda,
Gelenler gider, sonra gelenler de gider.
Üstad-ı Muhterem;
Bugün rahat, teknik imkanları kullanabildiğimiz ve herşeyden önemlisi Kardeşlik Sevgisi içerisinde bir toplantı gerçekleştiriyoruz. Bu çalışma ile günümüz şartlarına ulaşmamızı sağlayan, bunun için temele taş koymuş “BİZDEN EVVEL GELENLERİ” anmaya, hatırlatmaya çalıştık.
Dilerim “BİZDEN SONRA GELENLER” de bizleri anar, bizleri hatırlar.
Dilerim bizler de gelecek kuşaklara anılmayı, hatırlanmayı hakedecek eserler bırakabiliriz.